Thursday, August 27, 2009

“Varlık ve Olay” – “Dünyaların Mantıkları”

Ergin Yıldızoğlu (“Sabit Fikir” için yazılmıştı)

Alain Badiou’nun İngilizce çevirisi 2007’de çıkan yapıtı Varlık ve Olay’ın (Being and event, Continuum Publisher), sabırsızlıkla beklenen II. Cildi Dünyaların Mantıkları (Logics of worlds, Continuum, 2009) da yayımlandı.

600 sayfayı aşan “DM” da 526 sayfalık “VO” gibi ilk anda insanı korkutan bir yapıt. Ben VO okumaya başladığımda 15. sayfada kaçmayı düşünüyordum. Ellinci sayfaya geldiğimdeyse artık bitirmek zorunda olduğum bir yapıtla, hatta başyapıtla karşı karşıya olduğumu biliyordum. İlk anda anlaşılmaz gibi görünen savların, biriktikçe birbirine bağlanarak anlam kazandığı, okundukça anlaşılabilirliği artan bir yapıt VO.

VO, savlarını sıfır noktasından, varlığın durumuna ilişkin “bir midir? Değil midir? (one is, or isn’t) gibi ilk anda karanlık bir soruyla sunmaya başlıyor. Biraz sonra da sizi, dünyayı anlamakta, anlamlandırmakta ve davranmakta, iki farklı yola gidecek olan bir kavşakta durduğunuzun ayırdına vardırıyor. “Bir dir” derseniz, tanrı kavramından geçerek siyasette totaliterliğe kadar ulaşan bir yolda bululuyorsunuz kendiniz. Eğer “bir değildir” derseniz, çoklukların mutlak çokluğuyla, sonsuz olasılılıklarla karşılaşıyor, demokratik hatta kapitalizme alternatif bir düzene açılma olasılığını içeren bir yolu seçmiş oluyorsunuz.

Böyle başlayan okuma serüveni, biraz sonra, savlarını sunuştaki sistematiği, iç tutarlılığı, kapsadığı konuların genişliği ve iddiaları açısından Kant’ın üç eleştirisi, Hegel’in Ruhun fenomenolojisi, Marx’ın Das Kapital’i, Heidegger’in Varlık ve Zaman yapıtları düzeyinde bir çalışmayla karşı karşıya olduğunuza düşündürtmeye başlıyor.

Gerçekten de Badiou’nun bu iki yapıtı, Darrida’nın dil oyunları, Deleuze ve Guttari’nin oradan oraya sıçrarken başınızı döndüren “rhizomatic” stilinden çok farklı bir akıcılığa ve berraklığa sahip. Badiou’nun post modern yazarların, içinde yaşadığımız dil hapishanesinden, bedenlerden başka bir şey yoktur savlarına karşı olduğunu da görüyoruz. Bu yazarların, evrensel hakikat kavramını yadsıyarak, düşünsel dünyamızı, felsefenin öldüğüne ilişkin bir saptamadan hareketle bir taraftan beden politiği bağlamında, antropolojiyle, kültürel çalışmalarla, diğer taraftan, “dil hapishanesi” bağlamında, edebiyat çalışmalarıyla, dilbilimle, retorikle sınırlayan (hapsetmelerine) “rölativizmine” karşılık, Badiou evet yalnızca diller ve bedenler vardır, ama hakikatler de vardır, saptamasıyla cevap veriyor…

Badiou felsefenin ölmediğini ve otonomisini yeniden kazanmak zorunda olduğunu savunuyor ve gösteriyor. Felsefe, “kendi koşullarından” hareketle hakikatlerin anlaşılmasına katkıda bulunacak bir disiplindir diyor Badiou. Felsefe, siyaset, sanat, bilim, aşk gibi insanlığın dört durumunu kendi varlık koşulu olarak almalı, bu alanlarda, ortaya çıkan verili durumlara uymayan, hatta ortaya çıkması asla beklenmeyen “yeniliklerin”, “olay”ların düşünülmesi ve anlamlandırılmasıyla ilgili bir disiplin, uğraşı olmak zorunda... Bu anlamda, da Sokrates’den gelerek de “gençleri yoldan çıkartmakla”…

VO, adından da anlaşılacağı gibi, ontolojik düzeyden başlayıp, gerçek dünyadaki, belirlenmiş, (mutlak çoklukların içinden, bir olarak sayılmış) yapılar içindeki değişimlerin mantığına, diyalektiğine kadar giden bir yolculuğun haritası. Bir olarak sayılmış, yapılanmış bir “çokluğun” içinden nasıl “yeni” bir şey çıkar?” sorusuna bir cevap. Bu cevap da, belirlenmiş çokluğun (kümenin) içinde olmakla birlikte, sayımda gözükmeyen bir alt kümenin varlının yaratacağı gerginlikten başlayan istikrarsızlıkla ilgili. Bu alt küme hem belirlenmiş çokluğun içindedir hem de değil! Proletarya, etnik azınlıklar, göçmen işçiler gibi…

Besbelli ki burada, artık matematik ve özellikle de küme teorileri alanındayız. Badiou’nun bu baş yapıtının en önemli, onu belki de “bir olay” statüsüne yükseltecek özelliği de burada yatıyor. Badiou, Cantor, Cohen gibi matematikçilerin karşı karşıya kaldıkları paradoksları aşarak yaptıkları, “zorlama”, “jenerik” gibi katkılardan hareketle, matematiği (küme teorisini) ontolojin dili olarak kullanmanın ötesinde, buradan hareketle siyasetten, aşkın (psikanalitik anlamda), sanatın dinamiklerine kadar ortaya çıkan gelişmeleri anlamakta kullanılabilecek bir araç olarak sunuyor.

Nihayet Badiou’nun çalışmasını bize, “bir” olarak sayılmış kümenin içinden “olay”ın çıkmasının yanı sıra, bu olayın birey üzerinde yaptığı değiştirici etkilerini, verili bilgi sistemini bir hakikat sorunuyla karşı karşıya bırakmasını, bu hakikate sadakat açıklayarak evrenselleştirmek için kolları sıvayan bireyin böylece özneleşmesinin de teorisi olarak anlamak gerekiyor.

VO Badiou’nun projesinin esas olarak ontolojik boyutuyla, “olayın” ortaya çıkışı, “hakikat”, “ahlak” ve “özne” arasındaki ilişkiyle ve bireyin özneye dönüşüm süreciyle ilgiliyken, DM ise bu çalışmanın, çeşitli bileşenlerini, nesnelerin ait oldukları dünyalar (sayılmış çokluklar)içindeki halleri bağlamında tartışıyor açımlıyor ve savunuyor.

Bunlar kolay kitaplar değil, ama bir kez başladıktan sonra bir sadaket geliştirdiğiniz taktirde, giderek “düşünme” süreçleriniz zenginleştirecek, varoluşun yüzeyinde gözleriniz kamaştırarak dolaşan imajları, “sağduyu” parçacıklarını asarak, var olan ama sayılmayanı görmenize, gizlenen dünyayı anlamlandırmanıza, pasif bireylerden aktif öznelere dönüşerek değiştirmenize katkıda bulunacak çalışmalar…

Wednesday, August 05, 2009

Cumhuriyet 'olayı' ve iki çalışma

(Cumhuriyet Kitap 24/07/09)

Alev Coşkun'un Samsun'dan Önce Bilinmeyen 6 Ay ve Serdar Şahinkaya'nın Gazi Mustafa Kemal ve Cumhuriyet Ekonomisinin İnşası başlıklı çalışmaları birbirlerini çok ilginç bir biçimde tamamlıyor, Cumhuriyet olayını ve ona olan sadakati düşünme çabalarına önemli bir katkı oluşturuyorlar.

Son yıllarda, daha doğrusu, Türkiye ekonomisinin, 1980'lerden başlayarak uluslararası sermayenin kullanımına, girişine, çıkışına, değer transferlerinin öndeki tüm engeller kaldırılarak açılmasına, bu açılmanın getirdiği toplumsal sarsıntıyla birlikte siyasal İslamın yükselmesine paralel olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş anının özellikleri yeniden, tartışmaya açıldı.

Bu tartışmalarda bir kesimin, 'resmi tarihin' teşhir edilmesi adı altında, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş olayına ilişkin yerleşik hakikati sorguluyor. Bunu, olayın izlerini yapının içine yeniden entegre ederek imha etme, 'silme' çabası olarak da yorumlayabiliriz.

Ancak bu çabaya karşı toplumda güçlü bir direniş de yok değil. Bu, Cumhuriyet olayının hakikatini, bağımsız çağdaş bir ulus devlet ve ekonomi inşa projesinin doğuş anı olarak anlayan ve bu projeye sadık kalmaya kararlı olanların direnişi.

Bu bağlamda, Alev Coşkun'un Samsun'dan Önce Bilinmeyen 6 Ay (Cumhuriyet Kitapları, Kasım 2008) ve Serdar Şahinkaya'nın Gazi Mustafa Kemal ve Cumhuriyet Ekonomisinin İnşası (ODTÜ Yayıncılık, Mayıs 2009) başlıklı çalışmaları birbirlerini çok ilginç bir biçimde tamamlıyor, Cumhuriyet olayını ve ona olan sadakati düşünme çabalarına önemli bir katkı oluşturuyorlar.

Alev Coşkun'un çalışması, olaya yol açacak olan 'durumun' özelliklerini ama en önemlisi, bu olayın gerçekleşmesini sağlayan öznenin içindeki en etkin bireyin, Mustafa Kemal'in, 'gerçekleşme' sürecine katılımının ilk altı ayının 450 sayfalık ayrıntılı bir çözümlemesini yapıyor.

Serdar Şahinkaya'nın çalışmasıysa, olay gerçekleştikten sonraki döneme, olayın hakikatine sadık öznenin, olayın dağıttığı yapının yerine yenisini koyma çabalarına, özellikle de ekonomik inşa sürecine ilişkin. Birinci çalışmada, öznenin oluşma 'anını', ikincisindeyse olaydan sonraki yaratıcı eylemini ve sadakatinin ahlakını izleyebiliyoruz.

Böyle iki farklı çalışmanın birbirlerini bu kadar uygun bir biçimde tamamlıyor olmalarını da, yaşamaya devam eden sadakatin gücünün bir örneği olarak görüp, açıklama sürecine eklemek de mümkün.

'DURUM' VE 'OLAY' VE 'ÖZNE'(1)

Bu iki çalışmayı birlikte değerlendirebilmek için durum, olay ve özne ilişkisinin materyalist diyalektiğini kısaca anımsamakta yarar olabilir.

Olayların en önemli özelliği öngörülemez oluşlarıdır. Olaylar tarihsel oldukları ölçüde de verili hesapları/bilgileri altüst ederler. Olay, durum içinden doğar ama duruma ait değildir. Durumun içinde 'olay alanları' vardır. Ama olayın durumu yoktur. Çünkü, durum yapılandırılmıştır, tanımlanabilir bir 'küme' oluşturur. Olay ise bu yapının içinden çıkmakla birlikte yapının istikrarını bozduğundan yapıyı oluşturan kümeye ait değildir. Olay kendini olanaklı kılan yapıyı bozar.

Ancak olay yeniden yapının içine asimile edilebilir. Böylece olay, olay statüsünü kaybeder, sıradan bir biçime dönüşür. Bu açıdan bakınca olayın aslında bir kararsızlık noktası olduğunu görebiliriz. Olay durumun içinde kendini bir olasılık olarak sunar; gerçekleşme isteyen bir olasılık' Bundan sonra gerçekleşmesi, uygun bir öznenin eylemine bağlı olacaktır. Burada en önemli nokta, bu öznenin herhangi bir özne değil, olaya ait bir özne olmasıdır. Bu özneyi olayın oluş süreci yaratır'.

6 AY: OLAY ALANI VE ÖZNE

Alev Coşkun'un çalışması, olay öncesindeki durumun yapısını, olay alanlarını ve öznenin doğuşunu anlamak açısından çok yararlı bir çalışma.

Durumun yapısının özelliklerini şöyle tanımlayabiliriz. Evrensel kümeyi, kapitalist dünya sisteminin krizi, hegemonya ve paylaşım savaşları oluşturuyor. Osmanlı imparatorluğu bir alt küme olarak bir durum ve olay alanı oluşturuyor: Çünkü, yapısı istikrarını kaybetmiş, çözülme noktasına gelmiştir. İşgal altındadır. Bu yapının desteklediği bireyler çeşitli krizler yaşamaktadırlar. Ancak bir olayın olacağına, bunun Cumhuriyet biçimi alacağına ilişkin bir öngörü yoktur. Genelde hâkim olan, imparatorluğu kurtarma, restorasyon refleksidir. Ancak durumun yapısı buna açık değildir, kendini sunan olay Cumhuriyet'tir. Ama önce gerçekleşmesi ve geriye doğru tanımlanması, adlandırılması gerekecektir.

6 Ay, bu olay alanının merkezine, İstanbul'a odaklanıyor. Böylece, sürece restorasyon olasılığıyla başlayıp, uluslararası ilişkiler, imparatorluğun güç dengeleri, bunların sunduğu olasılıklar içinde giderek, restorasyonun olanaksızlığını, yapının dışına çıkmadan, bir çözüm bulunamayacağını kavramaya başlayan öznelerden, tarihte en önemli yeri alacak olanının, Mustafa Kemal'in karar sürecini anlatıyor.

Yapının dışına çıkmak ise yapıyı ve yapının evrensel kümeyle ilişkilerinin yıkılması ve yeniden şekillendirilmesini gerektirecektir. Böylece 6 Ay'ın sonunda, özne, olayın teklifini kabul ederek olay alanın merkezini terk eder ve olay da böylece gerçekleşmeye başlar. Başkaları bu olaya sadakat göstermeseydi, özne olarak katılmasaydı, bu olay söner, bileşenleri yapıya geri dönebilirdi. Ya da olay tamamlandığında, Cumhuriyet değil, şu veya bu ülkenin sömürgesi, mandası gibi bir siyasi yapı şekillenmiş olabilirdi, üstelik bu yönde müdahale ederek olayı engellemeye çalışan güçler de yok değildi. Ama hepsi yapıya aittiler, restorasyoncuydular, olay Cumhuriyet oldu'.

OLAY VE SADAKAT

Olay gerçekleşir, tamamlanır, katılanlar üzerinde iz bırakır. Olay karşısında üç tavır söz konusudur. İlk tavır, yeni bir şey olmuyormuş gibi davranmak. İkinci tavır, olayın dağıttığı yapıya geri dönmek, buradan kaynaklanan çıkarları korumak için olayın izlerine karşı, onu silme, yok etme mücadelesidir. Üçüncü tavır ise, bir olayı saptamak, bunun yarattığı hakikati benimsemek ve bu hakikate sadakat açıklayarak onu evrenselleştirmek için mücadele etmektir.

Serdar Şahinkaya'nın çalışması, bu üçüncü tutumun doğuşuna, ilk eylemlerine ilişkin öyküyü anlatıyor. Şahinkaya'nın çalışmasında, olay'ın izi, yeni hakikat ve ona sadakatin anlamı bizzat bu olayın yarattığı öznelerin ve en etkili öznenin ağzından, eylemlerinden (kararlar, yasalar tartışmalar vb') hareketle aktarılıyor. Böylece de karşımıza Cumhuriyetin hakikati olarak, bağımsız (kendi çıkarlarını kendi belirleyecek iradeye sahip), ama dünya ekonomisinin parçası olmayı yadsımayan, halkçı, ulusal, ama kapitalist bir ekonomi projesinin prototipidir. Bu sadakatin ahlakının en önemli bileşeniyse laiklik olacaktır. Laiklik ilkesi, bu sadakatin aslında bir başka sadakatin, aydınlanma devrimine sadakatin devamı, teorik ve pratik mirasçısı olduğunu da göstermektedir.

Prototipidir, çünkü yapılanın teorisi henüz yoktur, yapılan türünün ilk örneğidir. Bu yönde diğer çabaların ilk örneklerini (gelişme ekonomisi, kapitalist olmayan yol, ithal ikameci kalkınma, bağımlı gelişme teorileri gibi) görebilmek için II. Dünya Savaşı'nın sona ermesini, yeni bir yapının oluşmasını, sömürgelerin bağımsızlığa kavuşmasını, sanayileşmeye, tarımın geliştirilmesine ilişkin ulusal kalkınma projelerinin gündeme gelmesini beklemek gerekecektir.

Burada prototip ile sonraki örnekleri arasında dikkat edilmesi gereken bence en önemli fark, ulusal proje olarak kapitalist gelişme yolunu seçen deneyimlerin hemen hepsinin, belki Küba, Vietnam gibi bir iki örneğin dışında, daha baştan yapının içinde olmalarıdır. Cumhuriyet olayıyla gündeme gelen ulusal projenin başlangıçta, tarihsel koşulların da yardımıyla yapının dışında kalmayı başardığını, ancak yeni bir yapı kurulmaya başladıktan sonra yavaş yavaş, yeni yapının egemenlik bağımlılık ilişkileri içine çekildiğini görüyoruz.

Ancak Şahinkaya'nın çalışmasında aktardığı örnekler dikkatle izlendiğinde, II. Dünya Savaşı sonrası oluşan yapının iç dengelerinin iki kutup durumunun, bu prototipin birçok ekonomik, sınıfsal özelliğin, daha önemlisi yarattığı sadakatin yaşamasına izin verecek nitelikte olduğu görülebilir.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan yapının krize girmesiyle birlikte, bu özelliklerin hızla ortadan kalkmaya başladığını, dünya ekonomisinin bir önceki döneminden kalan sadakatlerin şimdi dayanılmaz hale geldiğini, çünkü o zaman olduğu gibi bugün de yapının istikrarını, kendini yenileme reflekslerine (restorasyon) pratik ya da ideolojik direnç noktaları oluşturduklarını görüyoruz. Ve yine, Cumhuriyet olayı karşısında şekillenmiş ittifakların da yeniden kurulmaya başladığını da'

Alev Coşkun'un ve Serdar Şahinkaya'nın çalışmaları, bugün Cumhuriyet olayının hedef alınmasının, izlerinin imha edilmeye çalışılmasının, o olayın iktidardan dışladığı, marjinalleştirdiği dinci entelijansiya sınıfının(2) şimdi tekrar, iktidara talip olma çabaların arkasında yatanları da düşünmeye yardımcı oluyor.

=================================

(1) Bu yazıda kullandığım teorik kavramlar sistemini esas olarak Alain Badiou'nun Being and Event, (varlık ve olay), ve Logics of worlds (dünyaların mantıkları) çalışmalarına borçluyum. Bu metinde yapacağım özetiyse, Allan Pero'nun 'The Chiasm of Revolution: Badiou, Lacan, and Lefebre' (The Syptom No:10, Bahar 2009 )başlıklı denemesinden kısaltarak aktarıyorum.

(2) Siyasal İslamın yükselişi sırasında, neredeyse hâkim olan görüş, seçkinlerin iktidardan dışladığı halkın yeniden iktidara döndüğüne ilişkindi. Bu yüzden yaşananlar kolaylıkla demokrasi olarak sunulabiliyordu. Halbuki iktidardan dışlanan dini entelijansiya sınıfıydı, ve şimdi o iktidarını restore etmeye çalışıyordu. Olay demokrasiyle değil seçkinler arasındaki, daha doğrusu iki farklı hakikat rejimine (Aydınlanmaya ve Müslümanlığın mesajına) sadık iki farklı seçkinler arasındaki bir çatışmada, halkın ne tarafta tavır alacağının belirlenmesiyle ilgiliydi. Marjinal ve egemen entelektüeller, bunların sınıf refleksleriyle ilgili çok yararlı teorik bir çalışma için bkz: George Konrad & Ivan Szelenyi, The Intellectuals on the road to power, Harvester pres, 1979. Bu kitabın bir ilginç yanı da Glasnost ve Perestorika'yı daha on yıl önceden, tanımlamaya başlamış olmasıdır'