Monday, December 16, 2013

Davudoğlu'nun anlamadıkları

Davudoğlu bugün konuşurken, büyük bir laf ettiğini düşünerek, "tarihi ve coğrafyayı değiştiremezsiniz" demiş.

Tarihi olgular, coğrafyayı da taş toprak sanıyor anlaşılan.
Halbuki Tarih de değişir coğrafya da. Bizzat kendileri bir "resmi tarihi" silip yenisini yazmakla meşgul değiller miydi?
Tarih yaşanmış olguların bir  dönemdeki bir yorumudur;  kim yazarsa onun bakışına göre değişir. Coğrafya da bakışla ilgilidir. Bir "göz" taşa toprağa, dağlara, denizlere, ırmaklara bakar ve adlandırır... Bazen ülke olarak, bazen bölge olarak; konan adla bakanın aklındaki mekan düzenleme projesi yakından ilgilidir üstelik!

Monday, December 09, 2013

CHP’nin ABD ziyareti üzerine düşünceler (Birgün Pazar ekinde yayımlandı)


CHP’nin ABD ziyareti ve temasları beni iki konuda düşünmeye zorladı. Birincisi. CHP, uzun yıllar sonra ilk kez seçim kazanabileceğine, AKP’nin yerine hükümet olabileceğine gerçekten inanmaya başlamış. Bu sosyalistler açısından  ne anlama geliyor. İkincisi İktidarı ilk kez kendi ufku içinde gören CHP’nin, bu bağlamda ABD’ye bir kendini anlatma çabası Türkiye’ni devleti, siyasi iktidarı ve muhalefeti açısından neleri gösteriyor.

Ben ikincisinden başlamak istiyorum. Uzun dönemdeki olası gelişmeler açısından bu çok daha önemli bir konu
.
Türkiye toplumsal formasyonu ve Cumhuriyeti, bir sömürge geçmişe sahip değil ama, bir çok açıdan 1950’lerden başlamak üzere adeta “post-kolonyal” devlet özellikleri sergileyerek şekillenmiştir. Sanırım bunu ilk kez Mahir Çayan fark etmiş, “emperyalizmin içsel olgu olması” savıyla tanımlamaya çalışmıştı.

Bu “post-kolonyal devlet” yapısını kabaca iki özelliği ve iki işleyiş ilkesiyle  tanımlamaya çalışabiliriz.
1) Franz Fanon sömürgeciliği en soyut anlamda, “ulusal mekanda ötekinin iktidarı” olarak tanımlıyordu. Bu siyasi ekonomik ve kültürel bir iktidardı. Sömürge devletlerin siyasi bağımsızlıklarını kazanma sürecinde, kimi durumlarda, bu “ötekinin iktidarını” devlet aygıtında ve devleti işleten ideolojide içselleştirmiş devletler ortaya çıktı.

2)Bu yeni bağımsızlığını kazanmış ülkelere, salt dışarıdan, zorla dayatılan, giren tecavüzcü bir iktidar değildi. Bu aynı zamanda, egemen sınıfların, devlet sınıflarının iktidarlarına destek, devlete, ekonomiye kaynak sağlama, sermaye birikim sürecini stabilize etme gereksinimine bağlı olarak özellikle arzu ettikleri, çağırdıkları bir iktidardı.

3) “Post-kolonyal” devletin işleyişi iki ilkeye bağlanmıştı
            a) Bu devletin denetlediği ekonomik coğrafya dünya ekonomisine, uluslararası sermayenin hareketlerine, yatırım, kar transferi, mülkiyet gereksinimlerine açık tutulacaktır
            b) “Post kolonyal” devlet, uluslararası düzeyde egemen sermayenin yada devletin (devletler blokunun) bu “ötekinin iktidarında” kendini ifade eden jeopolitik, çıkar ve projeleriyle uyumlu içinde olacaktır.

“Post-kolonyal” devletlerin yönetimlerinin istikrarı bu iki ilkeyi ve varsayımı yerine getirdiği  ölçüde güvende olacaktır. Bu devletlerin rejimleri bir tarafta temsili demokrasi öbür tarafta otoriter hatta totaliter rejim olan seçenekler ekseni üzerinde gidip gelecek; yönetici sınıf halkının rızasını ne kadar kolay alarak yönetiyorsa ibre temsili demokrasiye, bu rızayı almak zorlaştıkça da otoriter hatta totaliter uca doğru gitmeye başlayacaktır. Bu modeli tamamlamak için ulusal mekandaki yerel iktidarın rıza alma, kurumlarının ideolojisinin desteklediği geçerli “hakikat” ve “disiplin rejimlerinin” özelliklerini de resme eklemek gerekiyor.

AKP’nin iktidara gelirken bu “ötekinin” iktidarını çağırmak ve arzulama pratiklerine çokça başvurduğunu hatta kendi durumunu “iç ve dış dinamiklerin örtüşmesi” olarak tanımladığını, jeopolitik projelere ne kadar uyumlu olduğunun sürekli vurguladığını biliyoruz.

Daha önce bir çok kez tartışıldığı hala da sıkça anımsandığı gibi, zaman içinde AKP’nin içerde rıza alma, dışarda jeopolitik projelere uyum sağlama kapasitesinin ya yetmemesine ya da giderek azalmasına bağlı olarak, şiddete daha çok baş vurmaya, otoriter eğilimler sergilemeye, kendi ideolojik evreninin, “hakikat rejimimin” varsayımlarını topluma aceleyle dayatmaya başladığımı gördük, Gezi olayı bu sürecin devam edemeyeceğini,  rıza alma kapasitesinin hızlanarak gerilemeye devam edeceğini , buna karşın şiddeti arttırma kapasitesinin de sınırlarını ortaya koydu.

“Post-kolonyal” devletin içine kurulu iktidarın dilini telaffuz eden organlar, kurumlar giderek AKP’den yakınmaya, otoriter, anti demokratik, radikal dinci, özelliklerini vurgulamaya başladılar.
Bu noktada CHP’nin giderek, “post-kolonyal” devletin yönetimi devralmaya aday bir siyasi özne olarak şekillenmeye başladığı söylenebilir. CHP’nin önce Sosyalist Enternasyonal diyalogunun, şimdi de Amerika ziyaretinin, “post kolonyal devletin” içine kurulu “ötekinin iktidarına”, toplumdan rıza alma, bölgedeki jeopolitik projelere uyum sağlama, ekonomiyi açık tutma ve yönetebilme kapasitesini anlatmaya yönelik olduğunu söyleyebiliriz.

Bu, Türkiye sosyalist hareketinin, görmesi anlaması ve “post kolonyal” devletin işleyiş dinamikleri açısından kabul etmesi gereken “yapısal olarak gerekli” bir süreçtir de. Bunu derken, sosyalist hareketin kendi siyasi mücadelesinde, katılması,  kopyalaması gereken bir süreçtir demek istemiyorum. “Yapısal” kavramı buna işaret etmek içindir. İkincisi Sosyalist hareketin, CHP’nin bir düzen partisi olduğunu artık gerçekten kabul etmesi gerekiyor.

Sosyalist hareket parlamentarist bir stratejiyi (taktik demiyorum) benimsemediği (CHP’nin yerini alarak, “sol”dan muhalefet yapan düzen partisi olmayı) planlamadığı ölçüde, CHP’nin, ABD ziyareti karşısında sinirlenmesi, ben demiştim havalarına girmesi, AKP  dururken, CHP’ye, “emperyalizm işbirlikçisi” filan gibi kavramlarla saldırmasına da, bence gerek yoktur.

Sosyalist hareketin, eğer parlamentarist bir hesabı yoksa, yaklaşan seçimlerde, tam anlamıyla pragmatik ve taktik bir tutum benimsemesi gerekiyor. Sosyalist hareket bu seçimlerde tutumunu belirlerken, “hangi sonuç benim çalışma alanımı genişletmemi, etkinliğimi arttırmamı kolaylaştıracaktır? Özgürlüklerde bir genişleme olasılığını kim sunmaktadır? Nasıl bir sonuç, “ibreyi”, otoriter eğilimleri biraz olsun sınırlayabilecek yönde itebilir?” Sorularıyla yaklaşmalı ve tutumunu ona göre belirlemelidir.


Zaten kendi stratejik hedefleri  doğrultusunda kendi günlük etkinliklerini, seçimlerden önce ve sonra sürdürmeye devam edecek olan  sosyalistler açısından, CHP’nin ABD ziyaretinin, bu soruların dışında pek fazla bir anlamı yoktur.

Thursday, November 14, 2013

Tekkeler zaviyeler unvanlar yine gündemde (eski bir yazı ve bir ek)


Eski bir yazı 14/11/2012
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Cumhuriyet kurulurken, “eski rejimin” egemen sınıflarının, özellikle Müslüman entelijensiyanın (ruhban sınıfın) iktidar kaynaklarını kurutmayı amaçlayan devrim yasalarını artık kaldırmak gerektiğini açıkladı, Aile Bakanıyla Diyanet işlerinin yaptığı toplantıyla ilgili bir soru üzerine “Diyanet bu toplumun çimentosudur” dedi.
Bozdağ’a göre, şapka, kılık kıyafet yasalarının, Osmanlı dönemine ilişkin hiyerarşiyi belirten efendi, bey, paşa, hacı hafız, hazretleri gibi unvanları kaldıran, bu unvanların önemli bir kısmının yaşam alanı olan tekke ve zaviyeleri kapatan yasaların artık kaldırılması gerekiyor. Kısacası, Bozdağ, toplumun simgesel evreninde, iktidarın, toplumsal hiyerarşilerin tanımlandığı alanlarda bir yeniden yapılanma öneriyor.
Bozdağ’ın, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı (buna nüfus planlama bakanı da diyebiliriz) ile Diyanet İşleri yetkililerinin bir araya gelmesine ilişkin, “Diyanent bu ülkenin çimentosudur” açıklaması, egemen ideolojinin yerinde olması gereken “şeyi” din olarak gördüğünü, bunun nüfus planlamasını da kapsayacağını vurguluyor.  
Bu açıklama, aynı zamanda bu ideolojinin egemenliğinde oluşmaya başlayan simgesel evrende, “bütünlük” ve “istikrar” görüntüsünün, Sünni Müslümanlığın dışındaki din ve inanışların, ulusal, etnik kimliklerin, hatta cinsel pratiklerin bastırılmasıyla, susturulmasıyla sağlanacağını gösteriyor.  Bu sürecin totaliter bir topluma açıldığını görebilirsek, idam konusunun yeniden açılması üzerinde daha kolay düşünebiliriz. Yargıtay’ın kararına bağlı olarak, bekar, yetişkin insanların bile cinsel yaşamlarının haram ve zina kavramlarıyla konuşulmaya başlanması da bu resme tümüyle uyuyor.

Yeni bir tarihsel blok ve hegemonya üzerine...

Osmanlı toplumunun egemen sınıfının, çok özel konumundan dolayı, kuşaklar boyu kendini yeniden üreterek bu güne kadar varlığını sürdürmeye devam eden bir fraksiyonu, Müslüman entelijensiya, 2000’li yılların başında “iç ve dış dinamiklerin örtüşmesi” olarak tanımlanan bir “durum” içinde, liberal entelijensiyanın da katkılarıyla yeni bir “tarihsel blok” kurmaya başlayarak devletin yönetimini ele geçirdi.
Bu entelijensiya şimdi devletin olanaklarını da kullanıyor, kendini egemen (kapitalist) sınıfın içinde hegemonik fraksiyon olarak kurma yönünde yeni adımlar atarak ilerliyor.
Bu entelijensiya, bir tür (dini-ahlaki) bilginin üretiminin, yeniden üretiminin, bu bilginin dolaşım kanallarıyla araçlarının, kendi tekelinde bulunmasını varoluşunun önkoşulu, toplumsal ekonomik artığa, kapitalist birikim süreçlerine ulaşmasının aracı olduğunu biliyor. Hızla bir kapitalist sınıf fraksiyonuna dönüşmekte olan bu tabaka (entelijensiya) kendini hegemonik sınıf fraksiyonu olarak kurma sürecini iki yönden ilerletiyor.
Birincisi, tekeline almaya çalıştığı bu özel bilginin, toplumun simgesel evrenini, tüm farklı söylemleri (ulusal kimlik, etnik-dini aidiyetlerden, komünizme kadar), dışarı atarak doldurması, ait olduğu hakikat rejiminin egemen olması için, devletin disiplin ve cezalandırma araçlarının (yargı ve güvenlik güçleri)  kontrolünü elinde topluyor. Aynı anda devletin ideolojik aygıtlarının denetimini ele geçirmeye başlıyor, kendi tekelindeki bilgiyi üretmeye daha yatkın yeni ideolojik aygıtlar (tekke, zaviye, hiyerarşik unvanlar) kurmaya hazırlanıyor.
İkincisi, mikro düzeyde, bu “yeni düzene” uygun yeni bireyin üretilmesi sürecini, nüfusun yeniden üretimini (nüfus politikası), bunun alacağı biçimleri (aile-cinsel pratikler, tercihler), bedenin estetiğini (giysi, görünüm) mekanda ve zamanda yerini (ibadet saatleri, yerleri ve ritüelleri) denetleyen, yeniden şekillendiren bir biyopolitik rejimini egemen kılarak yönetmeye çalışıyor.
Bu süreç, toplumsal ilerlemenin, eleştirel aklın ufkunu kapatıyor özgürlüklerin konuşulmasına olanak veren kavramları silmeye başlıyor. Örneğin,  idama karşı çıkmak için “insan haklarına” dayanma çabaları, idamı onaylayan dini hakikat rejimi içinde, anlamsız bir gürültüye dönüşüyor.
Bu eski yazıya EK: 14/11/2013
Osmanlı dönemine ilişkin hiyerarşiyi belirten efendi, bey, paşa, hacı hafız, hazretleri gibi unvanların, bu unvanların önemli bir kısmının yaşam alanı olan tekke ve zaviyeleri yeniden yasallaştırma girişimi siyasal İslam’ın günlük yaşamı doğrudan ve yerinde denetleme araçlarının mahalle düzeyinde canlandırmayı amaçlıyor. Bu girişim kısacası,  günlük yaşamda, bireysel özgürlükleri daha da  aşındırarak, mikro faşizmin pratiklerini egemen kılmak anlamına geliyor.

Thursday, November 07, 2013



Uzun yolculuk
Stanley Kunitz'in (1905-2006) anısına

Eski bir yara bu içinde kum cam kırıkları-
Hızla yavaşlarken zaman bazen birden yırtılır
Sonra saatleri kurmaktan vaz geçersin
Rüyalar artık siyah-beyazmış hiç derdin değil
Gecede bilmem kaç kez bölünür uykuların
Yılan sırtı patikada yere bakarak yürüyen kim
-Bakır rengi gök yüzünde kötü bir haber gibi kargalar -
Çoktan ölmedi mi küçük bıçakların altında Orfeus

Sarp kayalarda köpürerek geldi sular
Bazen yumuşak topraklarda iz bıraktılar,
Denize kadar yol uzun. Olsun arzu var ya-
Ah! Düş kırıklığı... Çürük et, kemik, bu sığ düzlükte
Suyun rengi kırmızı artık param parça somon balıkları

Eski bir yara bu içinde kum cam kırıkları-



Wednesday, November 06, 2013

Aynı ev de kalanlar hakkındaki düşünceler üzerine düşünceler


Şamil Tayyar Başbakanın sözlerine açıklık getirmiş.
Kızların iradesi yoktur, ahlakı yoktur örgütler (neyse bunlar) onları kullanır.
Nietzsche Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabında, bir yerde, “bir adam geliyordu” demek yerine “bir kulak geliyordu” der. Bir şeyden, bir parçasına indirgeyerek söz etmeye metanomi deniyor. Gemiler geliyor yerine örneğin beyaz yelkenler geliyor demek gibi…
Bu vatandaşlar da kızlara bakıp bir (araç, yem, ya da…) geliyor diyorlar anlaşılan.
Baş örtüsüyle özgürlüklerini kazandılar. Tamam itirazımız yok haklarıdır da. Ama sürekli aşağılanmakta olduklarının da ayırdında değiller mi?
Erkeklerin hepsi de adeta bir kıza kadına, bakınca önce akıllarına yalnızca becermek, kullanmak, yem yapmak mi geliyor bu beylerin dünyasında. Tabii çoğu gez bunu başaramayınca (kadınların da iradesi vardır, araç değillerdir, hele erkeğin aracı hiç…) döv, sakatla öldür…
Bir de gereği yapılır deniyor. Birileri de ama yasa yok… Var yeni polis yasası al götür 24 saat taciz et demiyor mu daha ne olsun?

Lacan Kadın erkeğin “semptomudur” diyordu. Bu beylerin hastalığı nedir acaba ki semptomu böyle tezahür ediyor.   Bazı “Evet ama yetmez” demiş olan profesyonel psikanalistlerden bizi aydınlatmalarını bekliyoruz.  Bu arada Nazlı Ilıcak bile “utanmış”...

Sunday, November 03, 2013

“Olay”


-I-
Siyah uzun kuyruklu yaratıklar gibi geldiler
Yumuşak karınları üzerinde sürünerek
Çadırları ateşe verdiler herkes uyurken
Sonra, külrengi zehirli bir duman,
Su, ateş ve ölümcül gaz fişekleri
Ama teslim olmadı meydan.

Burası Termopil değil, ne de dağ başındaki dar geçit.
Ama, yine dalgalarla bir Sultanın karanlık orduları.
Kız, erkek, sarı yeşil kırmızı,
pembe ve siyah, kırmızı ve beyaz
Yerlerini terk etmediler aynı yürekle, aynı inatla
Barbarların savaş çığlıklarına karşı kahkahalarla

-II-

Sözcükler
Binlerce kilometre uzaktan birbirini izliyor
Kılcal çatlaklardan sızarak özgürleşiyor magma
Lav dereleri akıyor birikiyor biçim alıyor biçim veriyor
Okyanusun çölünde kaos ve düzen birlikte
Bir ada inatla yükseliyor yüzeye doğru.

Yeni, “şey”in doğuşuna tanık olmak ürkütür. Hele
Yapıları, varsayımları sorguluyor belirsizlik yaratıyorsa
-Apparatchik önce görmek istemez sonra katılır çaresiz-
Ama, var olan değişerek yeniden oluyorsa umut var.
Ekran tutsak aldı sabaha karşı... ev sessiz, herkes uykuda,
Bahçeme bitişik bostandaki tilki gecenin karanlığını yırttı.
Biri basınçlı su dedi, biri biber gazı, hatta evlerin içine kadar
Arkasından yeni sözcükler, ölüme, direnişe dostluğa dair
Kafasına çarptı, kalbi kaldırmadı, pala, pusu ölüm sokakta
Kediler boğuldu, kuşlar cansız ağaçların altındaki toprakta

III
Zaman daha çok genç, deneyimsiz.
Ölmüş zamanların ruhları üstelik
Omuzunda maymun, ayaklarında zincir.
Ama, iyi ki bazı Haziran günleri var...
Sonra adanın üzerinde yeni topraklarda
Kurulacak evler, yeşerecek tohum ve hasat
Daha şimdiden, tüm renkler parıldıyor
Birbirlerine karışmadan, ama birlikte
Umut, kendini ekliyor başka umutlara
Tahrir, Porto del Sol, Wall Street, Syntagma...
Karanlığı bölüyor parçalıyor barikatların alevleri
Betonun hastalıklı yüzü aydınlanıyor
Başka bir yaşamı doğaçlama deniyor birileri
Parklarda meydanlarda dansla şarkıyla aşkla

O sırada, kin öfke, giderek artan yalnızlık
Tam bir adam gerçekten tek adam olduğuna
inanmaya başlamışken bozulan planlar.
Perde yırtıldı arkasındaki cüce artık gizlenemiyor.
“A Takımı” dağıldı perdeyi astıkları köşeler şimdi boş.  
Yerine polis destanlar yazıyor artık,
Yeni silahlar alınacak, herkes izlenecekmiş
Gaz bundan sonra ülkede üretilecekmiş
Hatta yeni yetkiler falan. Tüm bu çabalar boş yere!
Babil kulesi yıkılmaya başladı bir kere...