“Barış Pınarı Harekâtı”
yine siyasal İslam ile şoven milliyetçiliği “Beka” sorununda buluşturdu.
Siyasal İslam,
kendi iktidarını ülkenin yerine ikame ediyor: “Biz gidersek ülke batar”… Şoven
milliyetçilik de her zamanki dar görüşlülüğüyle, Kürt düşmanlığını, hatta ırkçılığını,
emperyalizm sorunu içine gizlemeye çalışıyor.
Bu iki akımın
buluştuğu yerde, şoven milliyetçilik, “solu” anti-emperyalizm adına siyasal
İslam’ın iktidarını desteklemeye çağırıyor, bu çağrıya cevap vermeyenleri de “sahte
sol” olmakla suçluyor.
Siyasal İslam’a
aynı “hakikat rejimini” paylaşmadığımdan tartışmaya çalışmanın bir yararı
olmadığını biliyorum. Buna karşılık “şoven milliyetçilik” benim, genel olarak
komünizmin, benimsediği Aydınlanma Geleneğinin içindedir ama onun “karanlık
yüzündedir.” BU nedenle denebilir ki, bir tartışmayı sürdürebilmek için gerekli
olan ortak dil ve bir tarihsel zemin var. Deneyelim!
Kürtler vardır
Önce şu, yadsınamaz
üç gerçeklerle yüzleşmek gerekir. PKK-PYD- SDG’nin varlığından bağımsız
bir Kürt nüfus/halkı/milleti vardır. Bu nüfus/halkı/milleti ile bir tür
temsil ilişkisine sahip bir entelijensiya, genel olarak siyasi önderlikler de vardır.
Bu nüfusun/halkın/milletin, varlığının tanınmasından başlatıp kendi kaderini tayin
etmeye kadar ulaşan in bir seri “haklar ve özgürlükler” talepleri de vardır.
Kürt “sorunu” (!)
“kapsamı” altında tanımlanan bu “üç gerçekle” yüzleşmekten kaçınmak, bir
paranoyak şizofreniye işaret eder. Şoven milliyetçiliğin, bu üç gerçeğin gündeme
getirdiği sorulara, Kürt nüfus/halk/milletinin haklar ve özgürlüklere ilişkin
taleplerine bir cevap vermeye çalışmak yerine, bu talepleri anti emperyalizm
adına yok saymaya çalışması bu üçlemeyi ortadan kaldırmaz. Realitenin gerçeğini
ısrarla yok sayan “histerili” bir tutum, “duvarın sertliğini yadsıyarak ısrarla
kafasını vurarak yıkmayan çalışan biri gibi”, insani felaketlere açılacak trajik sonuçlar
yaratmaktan kaçınamaz.
Bu nüfus/halk/millet
ile arasında bu “haklar ve özgürlükler” talepleri bağlamında bir tür temsil ilişkisi
olan, entelijensiyanın, siyasi liderliklerin, bu talepleri savunmaya devem edebilmek
için jeopolitik alanda büyük güçlerle türlü ilişkilere ve ittifaklara girmesi, doğruluğu
tartışılabilecek siyasi bir sorundur. Ancak bu “sorun”, varlığı
tartışılamayacak “haklar ve özgürlükler taleplerini” ortadan kaldırmaz. Ayrıca bu
siyasi sorunun ortaya çıkmasında, şoven milliyetçiliğin “haklar ve özgürlükler”
taleplerine bugüne kadar tatmin edici cevaplar üreterek Kürt nüfusunun/halkının/milletinin,
aklını ve kalbini kazanamamış en azından
barışçı bir diyalog kurmaktan kaçmış olmasının payı da büyüktür..
Sol ve anti-emperyalizm.
Şoven milliyetçiliğin
anti emperyalizm anlayışı üzerine söyleyecek çok şey yok. Birincisi kapitalizmi
sorgulamadan, 19. Yüzyıldan kalma bir “bağımsızlık” fantezisiyle emperyalizme karşı
çıkılamaz. İkincisi, bir büyük güce karşı, öbür büyük gücün kucağına atlamanın,
Kürt siyasi hareketinin büyük güçlerle ittifak yaparak ayakta kalmaya çalışmasından
farklı bir taktik olduğunu savunmak kolay değildir..
Beka sorununa sahip
çıkmayan solu sahte sol olarak suçlamanın, “Türkiye yoksa sol da yoktur” gibi
garip savların garipliklerini görebilmek için, önce sol, sosyalizm ve komünizm
kavramları arasındaki farkı anımsamak gerekir.. “Sol” göreli bir kavramdır, tarihsel
bir konjonktür içinde, konjonktürün durumunun sınırlarına göre, ülkedeki siyasi
yelpaze içinde bir yere işaret eder. Fransız devriminde Jacobin kanat Jironden
kanada göre soldur, her ikisi de Kralcılara
/restorasyonculara göre soldur, Ancak Bebeuf’in sağında kalırlar. Faşizme karşı
mücadelede Cumhuriyetçiler sol yelpazenin, anti-faşist cephenin içinde görülebilirler.
“Sol” böyle değişken
bir kavramken, her zaman sol içinde olan, sosyalizm ve komünizm arasındaki fark
belirgindir. Sosyalizm haklar ve özgürlükler sorunlarını, halkın yaşam koşullarını
iyileştirme projelerini kapitalizmin sınırları içinde, ya da kapitalizme komünizmin
arasındak kalan alanda düşünür. Komünizm için ise bu sınırlar yoktur. Komünizm
bu sorunların tüm insanlık baskı ve sömürüden kurtulmuş bir toplumsal yaşam biçimine
ulaşmadan kalıcı olarak çözülemeyeceğini, her zaman varlığını koruyacağını
savunur. Onun projesi, kapitalimin ufkunun ötesine yöneliktir.
Ne solun, ne
sosyalizmin ne de komünizmin varlığı, bir ülkenin sınırlarına, hele bir ülkenin
varlık ya yokluk durumuna indirgenemez. Bu kavramlar evrensel olana ve tüm
insanlığın yaşam dünyasına, kapitalist uygarlığının “vakitlerine” ilişkindir. Ülke,
siyasi-coğrafi bir kavramdır, sol, sosyalizm ve komünizm ise insanların tercihlerine,
pratiklerine ilişkindir.
Bir ülke yok
olabilir, ama o topraklardaki hatta dünyadaki, insanlar yok olmadıysa, sol,
sosyalizm ve komünizm de yok olmaz, en fazla ifadeleri değişebilir. Diğer
taraftan, bu tercihin gerçekleştiği zemin bir ülkenin toprağı olabileceği gibi,
tüm insanlığı kucaklamayı amaçlayan, örneğin, küresel iklim krizi, barış gibi bir
zemin de olabilir.
Sonuç olarak şoven
milliyetçiliğin, Kürt düşmanlığını,
hatta ırkçı reflekslerini “emperyalizm” kavramı içine saklamaya çalışması, kendisine
katılmayan, sol/sosyalist/komünist hareketleri sahtelikle suçlaması, bu arada
kendine solda bir yer araması boşuna bir çabadır.