“We wait on corners, with nothing to bring but the songs we can
sing which nobody wants to hear sung;
Waiting to be flung in the end, on a heap less useful than dung."[[1]
-Biri frene bastı, korna çaldı, bir başkası küfretti->
“Her zaman, yoklayarak sınırlarını, yokluğun etrafında”…
Masalar doluydu, bakanların saydam hayaletlerini
Sadakatle yansıtan camların öbür tarafında…
Sokakta parlak metal yığınları, yüksek oktanlı benzin
Birbirlerine sürtünüyordu kaldırımlarda kösnül bedenler.
Ah, arzu, kapris, son anda yeniden canlanan beklentiler…
Feremon ve diğer bildik parfümler, sigara dumanı bazen.
Gözü, yavaş yavaş, kol kola, yere değmeden kayar gibi
Camların arkasındakilere bakarak yürüyen çifte takıldı.
Gri bir yağmurluk vardı adamda, kadında siyah bir palto
-Birinin seyrelmiş, öbürünün, düzensiz saçları ıslaktı-
Çürük bir meyveyi yanlışlıkla ısırmış gibiydi yüz çizgileri
Bakışlarıyla “biz hiç böyle olduk mu?” diyorlardı sanki.
-“Daha bir yalnız hissedersiniz
burada kendinizi, bu vakitlerde”-
Dalgalar bir tahta parçasını kumsala vurur ya biteviye
Hiç ara vermeden öğütür – işte öyle bir şey…
Çenesini hafifçe kaldırdı, yürümeye devam etti Caddeye doğru…
Şimdi rakı, roka, kızarmış balık kokusu ve beklentiler,
Hatta kumsaldaki tahta parçası, giderek geride kalıyordu…
---------------
[1] T.S. Eliot, Choruses from the ‘Rock’, II. bölüm
No comments:
Post a Comment