Gariban sensin!
Gariban: Kimi kimsesi olmayan; zavallıDüzenin en sıradan kanaatlerinin artık “gereğinden fazla boş fıçı gibi ses çıkaran” yankıları olduğunu bildiğimden üzerinde hiç durmamaya karalıydım. Ama okuduğunda, bir şey beni çok rahatsız etmişti, hatta sinirlendirmişti ama, “zaman ayırıp da üzerinde düşünmeye değmez” dedim kendi kendime, “onun kanaatlerinin ne anlamı var ki”. Sonra kafama dank etti...
Gariban adam sensin! Metin Lokumcu değil!
Metin Lokumcu’nun yaşamı edinilmiş kanaatlere göre akmıyordu. O bir fikri kendine ışık edinmişti, ona göre yaşayan bir insandı, o “fikir”in hakikatine sadık kalarak, kendini “yapının” karşısına koymuş, tarihi ve insanı yeniden yapmaya çalışanlara katılmıştı. O tarih sahnesine çıkmış, bu çıkışın sorumluluğunu ve sonuçlarını kabul etmiş bir özneydi.
Metin “zavallı” biri değildi, iradesi olan bir savaşçıydı. Edilgen değildi, aktif ve mücadeleciydi. Son dakikaya kadar da öyle kaldığını, medyanın gösteri toplumunun ekranları bile gizleyemedi. Yüzbinlerce insan bu aktif ve onurlu yaşamın son dakikalarını izleyerek kendi yaşamlarına kattılar.
Kimi kimsesi olmayan biri hiç değildi Metin. Ailesi bir yana Metin, yerelden başlayarak küresele doğru giderek genişleyen bir ilişkiler çemberine aitti. Ama senin sandığın gibi değil. Metin önce kendi yerelindeki, yaşam alanındaki savaşa aitti, yakından tanıdığı ve öldürüldükten sonra ona sahip çıkan, çıkmak için savaşmaya devam eden yoldaşları var. Sonra ülkenin, komünistlerinin ona sahip çıktığını gördün. Nihayet Metin tarihteki ve bugün dünyadaki komünist harekete aitti. Sen nereye aitsin?
Aslında bu soruyu biraz daha düşük bir soyutlama düzeyinden sormak gerekiyor. Metin’in kim olduğunu ve ne olmadığını biliyoruz. Peki sen kimsin? Bu gün bu soruya, komünist hareket içinde yüzü, utançtan ya da öfkeden kızarmadan cevap verebilecek birini acaba bulabilir miyiz?
Araya sıkıştırılan “ben bir komünist olarak” ifadesi de anlama geliyor? Bunu neden yaptın? “Ben bir komünist olarak” derken aslında ne demek istiyordun? Kaybettiğin tarihini böyle araya sıkıştırılmış dört sözcükle geri alabileceğini mi sanıyorsun? Yoksa bu, ayırdında olmadığın bir melankolinin dışavurumu mu? Freud’un dil sürçmesi gibi bir şey...
Bırak komünist olmayı, insan eğer tutarlı bir entelektüel (sağcı ya da solcu) olma iddiasındaysa, “Onun bir çevresi var, çevresinin çevresi var. Toplumda her şey böyle olur. O kişiyle sınırlı değil. Bir bakana yumurta atan öğrencileri düşün…” bayağılığını ağzından çıkarır mı? En azından bunun, anlamlar zinciri kırılmış bir toplumun paranoyak-şizofrenik hallerini yansıtan “adamın, arasındaki adam,” “ipleri çeken kuklacı iblisler” kanaatinin, entelektüelse sorgulamakla sorumlu olduğu Zeitgeist ’in parçası olduğunu bilir, yutkunur ve susar. Ama bir kez, bir tarafı terk eden, ama öbür tarafa (bir tarafa) da bir türlü hakkıyla geçemeyen, “sadakat” beyan etmenin sorumluluklarını üstlenmeye, en azından üşenen, bu yüzden “pusulasını” kaybeden bireylerde rastlanan “aklın istikrarsızlığı” durumu insanın üzerine çökmeye görsün... İnsanın ağzından neyin çıkacağı belli olmaz ondan sonra...
Aslında böyle “yapının” parçası, yaşamını “yapıya” bırakmış, kanaatlerle yaşayan edilgen bireylerden, özgünlüğünü asla kazanamamış, ya da daha sonra kaybetmiş (burada kederli bir öykü var ama...) garibanlardan o kadar çok var ki... Üzerinde konuşmaya değmez.
Ama Metin bunlardan biri değildi... Metin konuşulması, sahip çıkılması, örnek alınması gereken bir yaşama sahipti; o aktif bir devrimci özneydi. Bu yüzden onu konuşmaya, anmaya davam edeceğiz. Bu yazı da aslında onun yaşamı içindi... Durup dururken seni konuşmak için değil!
No comments:
Post a Comment