AKP döneminde oluşan “algısal kilitler” ve “yapışkanstatüko” ilk kez kendini belediye seçimlerinde, Sarıgül’ün adaylığa hazırlandığı sırada göstermişti. 13 Aralık 2013
tarihli yazımdan aktarıyorum:
“ Sanırım, CHP kendine özgü yeni bir yol aramak yerine,
“ince politika” ya da “Triangulation” (siyasi yelpazenin iki ucunun dışında ve
bunların ortasının üzerinde bir konum oluşturmaya çalışmak) yapıyorum derken,
AKP döneminde oluşan “algı kilitlerinin”, “patika bağımlılığı”nın, kısacası
AKP’nin dini referanslarla konuşma eğiliminin, genişlemeci dış politika
fantezilerinin etkisi altında kalmış. İki örnek vermekle yetineceğim
“...bu Muharrem
ayında Rabbim bizi burada buluşturdu. Tutmuş olduğunuz oruçları Allah’ım en
yüce katında makbul eylesin... 10 Kasım’da, Atamız mekanı cennet olsun...
Buradan 1’inci Genel Başkanımız Mustafa Kemal Atatürk’e Bismillah diyerek şu
sözü veriyoruz; artık muhalefetteki son günlerimiz. Önce Allah’ım sonra partili
arkadaşlarım, sonra yurttaşlarım izin verirse İstanbul’un anahtarını Genel
Başkanımız’a getireceğiz. Yolumuz açık olsun, Allah’ım hepimizi korusun...”
(Sarıgül’den Aktaran: Hürriyet)
Bu konuşmada altını çizdiklerim, “dini hakikat rejimine”
sadakatini açıklamış bir siyasi partinin, örneğin AKP’nin, ya da Müslüman
Kardeşler gibi akımların söylemleri içinde meşru, tutarlı, sorgulanması
gereksiz ifadelerdir. Böyle bir açıklamayı yapmış olan bir partiyi, kimse,
modern seküler bir politikada, rakipleri karşısında avantaj sağlamak adına dini
istismar etmekle suçlayamaz.
Ne ki, bu altını çizdiğim ifadelerin, laik, aydınlanmacı,
sosyal demokrat, halkçı ilkelerle, politika yapmayı amaçladığını, “Atatürk’ün
Partisi” olduğunu iddia (sadakat beyan) eden bir partinin söylemi içinde, bir
bilgisayarın işletim sistemini ele geçirmeye yönelik bir virüs programı gibi
etki yapması kaçınılmazdır.”
CHP bu
kez de aynı hatayı tekrarlıyor, aklınca yine “Triangülation” yapıyor ama, bu
kez başka bir sonuç bekliyor. Ben sonucun değişmeyeceğini düşünüyorum. Eğer
haklı çıkarsam, Einstein’i anımsatıp CHP liderliğinin aklını kaybettiğini iddia
edeceğim. Yanılırsam, CHP’nin bu adayı seçilirse, AKP’nin iktidarda uzaklaştırılması
için bir olasılık doğar ama, aslında “algısal kilitler” ve yapışkan statüko
egemen olmaya devam eder.
Tatava etmenin erdemleri üzerine
Tüm
bunlar bizi nereye getiriyor? AKP’den kurtulmak, “pasif devrim” sürecini,
“Gezi”nin enerjisinden yararlanarak durdurmak olasılığı Belediye seçimlerinde
karşısına geldiğinde, sosyalist hareket zor durumda kaldı. Sosyalist hareket
bir taraftan AKP’den kurtulmak istiyor, diğer taraftan. muhafazakar, hatta
milliyetçi bir adaya oy vermek istemiyordu. İki yaklaşım ortaya çıktı.
Birincisi, bu alt tarafı bir seçim, biz parlamentarizmin esiri değiliz, “Esas
olan AKP’den kurtulmaktır. Tatavayı bırak oy ver gitsin; kazanma şansı olmayan
adayları halkın karşısına çıkarma”. Ben bu yaklaşıma yakındım. İkinci yaklaşım,
“tatava ederim, kazanamayacağımı bile bile kendi adayıma oy veririm. Zaten AKP,
CHP, MHP fark etmez”.
Bugün
bu deneyime, geriye doğru;
yaklaşmakta olan seçimleri düşünerek (bu arada gidip 1906-1907 Duma
seçimlerinde yaşanan, sosyalist hareketin bugünkü kaygılarına benzer tartışmalarını
da okuduktan sonra) ileriye doğru
bakınca yukarda değindiğim iki tavrın da hem yanlış hem doğru
olduğunu düşünüyorum.
Birinci
yaklaşımda “tatava etme” sloganı yanlıştı. Seçimler, genel olarak halkın. Özel
olarak emekçi sınıfların siyasi duyarlılıklarının en azından bir süre için yükseldiği bir
dönemdir. Bu dönem sosyalist hareket için, düşüncelerini halka emekçi sınıflara
ulaştırmak açısından çok değerli bir konjonktür sunar.
Sosyalist
hareket “burjuva adaylardan her hangi birine oy verilebilir mi?” “Verilebilirse
hangi ölçütler geçerli olmalıdır” kaygılarından önce bu platformu en iyi
biçimde değerlendirmek için hazırlanmaya
çalışmak üzerinde odaklanmalıdır. Sosyalist hareketin propagandasını,
gerçekleri açıklama kampanyasını, varsa projesini anlatma çabalarını hızla
yükseltmesi, “tatava” dozunu maksimuma çıkartması gereken bir dönemdir
seçimler.
İkinci
yaklaşımın hatası, kazanma şansı olmayan adayları (bunların son derecede
değerli insanlar olduğunu, ama bu seçimlerde değerlerinin parlama şansı olmamış
olduğunu vurgulayarak) sahaya sürerek onlara oy istemiş, bir anlamda halktan
siyasi soncu olmayan, ahlaki ölçütlere göre oy vermesini istemek olmuştur.
Bu
taktik, on yıllardır hep aynı sonucu veriyor. Artık tekrarlamaya devam
etmemekte yarar var.
Ben bu
kez, iki kademeli bir tutumun daha yararlı olabileceğini düşünüyorum. Birinci
aşamada, bugünden başlayarak, CHP’ye ve halka bu adayı kabul etmemek
gerektiğini gerekçeleriyle anlatmak, adayın kimliğine, aday olarak ortaya
getirilme sürecine ilişkin siyasi gerçekleri açıklamak ama, bunu birlikte ve
kampanya biçiminde gerçekleştirmek gerekir. Kısacası “algısal kilitlere”,
“yapışkan statükoya” karşı mücadele etmek gerekiyor. CHP liderliği ve akıl
hocaları üzerinde, “Bunu istemiyoruz!
başkasını bul” baskısı oluşturmak gerekiyor. Sosyalist hareketin gücü bunu
başarabilir. Eğer başarabilirse, hem CHP bir sosyal demokrat parti olmaya doğru
itilmiş olur, hem “sol” gücünü topluma hatırlatır, karşıt bir “tarihsel blok”
arama şansını elde edebilir.
İkinci
aşama, bu birinci aşamanın sonucuna bağlı olarak, “Kime oy verilecek?”, “Oy
verilecek mi, verilmeyecek mi?” gibi sorularının cevabını bulmaya ilişkindir.
Ben bu cevabın son “ana” bırakmaktan yanayım.
Bu
bağlamda iki kategoride akıl yürütülebileceğini düşünüyorum: (1) Birinci
aşamadan elde dilecek başarı, ya da başarısızlığı değerlendirelim, CHP adayının
olası evrimi, değişimini, son tahlilde buna karşı çıkarılacak adayın seçimde
alacağı sonucu önceden düşünmeye çalışalım, seçim sonrası siyasi ortamın
şekillenmesine olası katkısına ilişkin bir çözümleme yapalım. (2) Birinci
aşamanın, bu kez sosyalist harekete katkıları, aday çıkarıldığı taktirde bunun
elde edeceği sonucun sosyalist harekete katkısının hem birlik ve gelişme
açısından hem de seçim sonrasında oluşacak ortamdan yararlanabilmesi açısından
değerlendirelim. Bu değerlendirme üzerinden
adaylara karşı tavrımızı “son anda” belirleyelim. Esas olarak hep
birlikte “tatava yapmaya” önem verelim, ortak bir “tatava” dili kurmaya
odaklanalım
Bu seçim, AKP'nin 12 yılda yapmış olduklarının devamı ve daha da kurumsallaşması seçimi olup, RTE'nin açık açık söylediği, ben seçilirsem başkanlık sistemini uygularımla ifade edilmektedir. Bunun önünü kesmek için RTE'nin seçilme şansının aşağıya çekilmesi ve 12 yıldır oluşmuş olan hegemonyanın kırılması, iktidar blogu arasındaki çatlakların büyütülmesi gerek. Sizin söylemiş olduğunuz 'algısal kilitler' ve 'yapışkanstatüko' tasfiyesi için, RTE'de cisimlenmiş iktidarın yenilgiye uğratılması gerekiyor, bugün sol ya da laik kimlikle tanınmış birisinin aday olmasıyla bunun sağlanamayacağı baştan belirli değil mi, toplumsal yapının bu kadar değiştiği ülkede. Diğer taraftan solun toplumun belirli kesiminde de kilitli kaldığı, dini duyarlılıkları olan kesimlere ulaşamadığı ve nufus edemediği bir gerçeğinin kırılması da gerekir. Solun aday çıkarmamasıyla kendi düşüncelerin daha geniş kesimlere duyurma araçlarından yoksun kalma sorununu, ÖDP'nin İstanbul'da yaptığı gibi yalnızca belediye meclisi seçimlerine katılarak düşüncesini topluma yayma yolunu seçmesi gibi çeşitli yöntemler geliştirilebilir.
ReplyDelete