Bir önceki bölüm:
9.2.2 Bağımlılık ve Azgelişmenin gelişmesi
(...)
9.2.3 Frantz Fanon- emperyalizme karşı mücadele
Frantz Fanon’un (1925-1961) önemi, hem
emperyalizme karşı bağımsızlık, hem de bağımsızlığı kazandıktan sonra bunu
emperyalizme karşı koruma, mücadelesinin sorunları üzerine değerli analizler
üretmekle kalmamış aynı zamanda Cezayir bağımsızlık savaşına da doğrudan
katılarak devrimci teori ile pratiği birleştirmiş bir siyah radikal entelektüel
ve siyasi militan olmasından kaynaklanıyor.
Fanon’un, sömürgelerin emperyalizme karşı
mücadelesinin pratik siyasi ve kültürel hatta psikolojik sorunları üzerinde
düşünen yazarların, bir anlamda 1980’lerda canlanan “post-colonial” çalışmaları
alanının öncüsü olduğu söylenebilir. Diğer taraftan, Ortadoğu’da son 15 yılda,
özellikle “Arap Baharı” olarak nitelenen olaylara sahne olan 2011 yılından bu yana
yaşanan gelişmeleri göz önüne aldığımızda, Fanon’un, düşüncelerinin bizim zamanımızda da önemini korumaya
devam ettiğini de kolaylıkla söyleyebiliriz.
Fanon 1925’de Martinique’de doğdu. Lise yıllarında,
Avrupa sömürgeciliğinin önemli eleştirmenlerinden yine Martinique doğumlu, Aimé
Cesaire’in görüşleriyle, “Negritude”, “siyahlık durumu” kavramıyla tanıştı.
Fanon 18 yaşında, 1943 yılında Martinique”i terk ederek, Alman Faşizmine karşı
savaşmak üzere Özgür Fransa ordusu saflarına katıldı. Savaştan sonra Fransa’da
kaldı, Lyon Üniversitesinde tıp ve psikiyatri okudu. “Siyahların
yabancılaşmadan (disalienation) kurtulması” konulu bir deneme yazdı; bu
denemenin genişletilmiş hali 1952’de Siyah
ten beyaz maske başlığıyla yayımlandı. Fanon 1953’de Cezayir’e giderek
Blida-Joinville hastanesinde Psikiyatri bölümünde çalışmaya başladı. Ertesi yıl
Cezayir Bağımsızlık savaşı patlak verdi. Fanon 1956 yılında hastanedeki görevinden ayrılarak bağımsızlık
mücadelesine katılmak üzere Tunus’a gitti, Orada Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN)
yayın organı Mücahit’in editörlüğünde
çalıştı. Fanon’un Cezayir halkının bağımsızlık mücadelesini anlatan yazıları
1959’da Cezayir Deviminin beşinci yılı
başlıklı bir kitapta toplandı. Fanon’a 1960 yılında Lösemi kanseri teşhisi
kondu. Fanon, 1961 yılında ölene kadar tüm enerjisini Dünyanın Lanetlileri başlıklı son derecede büyük bir öneme sahip eserini
tamamlamak için harcadı.
Fanon’un deneyimi ve görüşleri, en önemlisi
katkıları sömürgeciliğe karşı mücadele edenler için büyük ilham kaynağı
oluştururken, eleştirileri son derecede önemli uyarılar olmaya bugün de devam
ediyor. Edward Said Fanon için, “ortodoks
ulusalcılığın, emperyalizmin açtığı yoldan gittiğini, emperyalizmin iktidarı
bunlara terk eder görünmekle birlikte aslında hegemonyasını yaygınlaştırdığı
gerçeğini, görebilen ilk önemli
anti-emperyalizm teorisyenidir”[[1]]
diyordu.
Fanon’un, kendini Marksist olarak tanımlamamış
olmasına karşın Marksizm’den, Varoluşçuluk’tan psikanaliz teorilerinden de
yararlanarak emperyalizm teorilerine katkılarını üç kategoride toplayabiliriz.
(1) Emperyalizme karşı bağımsızlık savaşının pratik ve kültürel sorunları. (2)
Bağımsızlıktan sonra gündeme gelen sorunlar; ulusalcılığın kimi çıkmaz
sokakları. (3) Emperyalizme karşı
bağımsızlıktan önce ve sonra mücadelenin kültürel, psikolojik (psikanalitik)
boyutu.
1- Ulusal bağımsızlık, ulusal burjuvazinin
entelektüellerin sömürgeci devletle pazarlıklarının sonucunda değil,
kitlelerin örgütlü ve silahlı
mücadelesiyle kazanılmalıdır. Ulus, kitlelerin aydınlanması, eğitimi, “yeni”
insan, “yeni kültür ancak bu mücadele içinden çıkabilir, bu mücadele ile şekillenebilir.
Sömürgeci devletle yapılan pazarlıklar yoluyla
elde edilecek bağımsızlık kısa sürede,
beyaz tenli sömürgecinin kitleler üzerinde uyguladığı baskının, sömürü rejiminin
yerine, bu kez yerli siyah tenli bir sınıfın, ulusal burjuvazinin,
entelektüellerin uyguladığı baskı, sömürü rejiminin almasına yol açar.
Bağımsızlık mücadelesi ve şiddet (silahlı
mücadele), sömürge yönetiminin, beyaz adamın kültürünün asırlar boyunca
kitlelerde yarattığı aşağılık, iktidarsızlık duygusunun kırılmasına, özgüvenin
kazanılmasına hizmet eder, hatta bu özgüvenin kazanılması için gereklidir.
2- Kitlelerin, kendi temsilcileri olan parti
ve entelektüeller yoluyla sürdürdüğü mücadele, bağımsızlık sürecinde ulusal burjuvazinin çıkarlarının
egemen olmasını engellemeli, bu sömürgecilikle
uzlaşmaya hazır, toplumsal olarak gereksiz orta sınıfın ortadan kalkmasını
sağlayacak toplumsal koşulları inşa
etmelidir.
Ulusal burjuvazi kendi ekonomik siyasi
çıkarlarının belirleyiciliği altında,
kitlelere ihanet ederek ulusal kurtuluşu yarıda kesme ve bir baskı rejim
kurma eğilimi taşır. Dahası ulusalcı bilinç kolaylıkla “donup katılaşarak” bir
taraftan, giden beyaz efendilerin yerine yeni renkli (coloured) efendilerin
geçmesine yol açabilir, diğer taraftan, kolaylıkla aşırı milliyetçiliğe,
ırkçılığa, aşiretçiliğe dönüşerek dejenere olabilir. Bu duruma tek çare,
ulusalcı “yerlici” bilincin aşılarak gerçek kurtuluşa, toplumsal bilincin
ulusalcı bilinci ötesine geçilmesidir.
Ulusal kurtuluş mücadelesine kadınların
katılımı, ataerkin kültürün, peçenin, çarşafın baskısını kırmaya başlar. Bu
sürecin ulusal kurtuluştan sonra devam etmesi son derecede önemlidir.
3) Gerek sömürgecinin egemenliği, gerek
sömürgeciliğe karşı mücadelede, gerekse de ulusal kurtuluştan sonra önemli
kültürel sorunların başında, Fanon’un “siyah ten beyaz maske” olarak tanımladığı
marazi öznellik biçimi gelir.
Fanon’a göre ulusalcılık ne bir siyasi
doktrindir ne de siyasi bir program. Devrimci bir partinin kitlelerin
çıkarlarını ifade etmesi ve mücadeleyi bunun etrafında örgütlemesi esastır. Bir
ulus, devrimci liderliğin tasarladığı kitlelerin anlayarak kabul ettiği bir
sosyoekonomik programdan başka bir şey değildir.
Kurtuluş bir armağan değildir. Kitlelerin
kendi eylemleriyle elde ettikleri bir şeydir. Bu aynı zamanda bir kültürel
özgürleşme, yüzyılların bilinçlerde yarattığı siyahlık, eksiklik ikinci sınıf
olma duygusundan kurtula mücadelesidir. Bu mücadele aynı zamanda emperyalist
kültürün egemenliğine ve sızmalarına karşı bir direniş mücadelesidir de.
Fanon’un, kendi zamanının çok ilerisindeki bu savına
göre, sömürgeleştirme döneminde, sömürgecinin kültürü, yerel sömürge halkın
kültürünün yerine geçtikçe, sömürgeci ırkçılığın psikopatolojik etkileri, sömürge halkın bireylerinde ruhsal
davranış bozukluklarına yol açar. Bu etkiler sömürge halkın bireylerinin
bağımsız kimlikler geliştirmesine olanak vermez. İkincisi, sömürgeci Batı kültürü
“beyazı” saflıkla, temizlikle, iyilikle, siyahlığı da kirle kötülükle özdeşleştirdiğinden,
sömürge halkı da siyahlığı kötülükle özdeşleştirmeyi öğrenir. Böylece sömürge
çocukları beyaz olmayı arzulayarak büyür, kendi siyah kimliğini yadsımaya
çalışır, kendi halkına beyazların gözüyle bakmaya alışır. Bu çocuklar,
entelektüeller siyah insanı, eksik,
gelişmemiş, aşağı insan olarak algıladıklarından siyahlığı kabullenemez, kendi halkını beyazların gözünden görmeye
devam eder: bu konumda kaldıkça da asla özgürleşemez.
Ancak Fanon sömürgecinin kültürünü tamamen
inkar etmez, asimile olmaya direnen aynı zamanda iki kültür arasında köprüler
kuran ve bu yolla bir karşıt hegemonya söylemi inşa etmeyi amaçlayan “hibridliği”
savunur.
Yeryüzünün Lanetlileri
kitabında Fanon, bu durumu üç aşamada betimler. Birinci aşamada sömürgenin
entelektüeli sömürgecinin kültürünü özümser. İnançları sarsılmaya başlar.
İkinci aşamada, inançları sarsılan entelektüel, halkın içine döner, anıların,
öykülerin, folk mitolojilerinin içine gömülmeye
başlar. Üçüncü aşamada, entelektüel halkın ataletinin, dinginliğinin kendisini
teslim almasına izin vermez. Sömürge entelektüeli, bir ulusun varlığının bir kültürle değil, ancak halkın işgalci sömürgeciye karşı gerçekleştirdiği
mücadelesiyle kanıtlandığının bilincine varır.
[1] Edward Said. Culture and
Imperialism, Vintage, 1994 sf. 329. Aktaran Hamza Hamouchene, “The Legacy
of Frantz Fanon”, CounterPunch,
13/03/2015
"Edward Said Fanon için, “ortodoks ulusalcılığın, emperyalizmin açtığı yoldan gittiğini, emperyalizmin iktidarı bunlara terk eder görünmekle birlikte aslında hegemonyasını yaygınlaştırdığı gerçeğini, görebilen ilk önemli anti-emperyalizm teorisyenidir”[[1]] diyordu."
ReplyDeletebu alinti ve yazinin taamami bana buradan kitapta 1919-1938'e bir deginme olacagi duygusu uyandirdi. her ne kadar, anadolu cografyasinda acik somurgecilik olmadiysa ve renk de siyah degilse bile bir donem sonra bati ile uzlasma Fanon'un bolumde anlatildigi kadar bilebildigim dusuncelerine bir paralellik tasiyor sanki; niyet o olmamasina ragmen, belki kisitlar, belki entellektuel birikim ve bence daha baskin olarak bir yapinin tasfiye edilmemesi "devrimin" yolundan sapmasina neden oluyoradeta. benzer durum, sosyalist diye tanimlanan devrimlerde, iste cin, vietnam, rusya vb. ve son olarak kuba orneginde de var. buradaki ikilem, kanimca, devrimi idame ettirmekle yeniden bir seyler yapmak icin yikilmasi gerekenlerin ne kadar buyuk ve cok oldugunun farkina varilmasindan kaynaklaniyor. bir tur korku da diyebiliriz buna, sonucta kendini kabul ettirmek icin uzlasma zorunlulugu doguyor. ve uzlasan her zaman kaybediyor. diger taraftan uzlasmadigi zaman da muhtemelen kaybedilecegi dusuncesi de bilincaltinda egemen oluyor olmali. ulusal kurtulus savaslarinda bu is daha kolay gibi gorunuyor sosyalizme gittigini dusunenlere kiyasla. o zaman, geriye savasin hemen ardindan cok yogun bir egitimin gerekligi cikiyor, turk devriminin hala tam olarak bastirilamamasinin nedeni bu olsa gerek.
hakan nuri veysi kirklar