Uzun sürdü sonbaharın ölmesi…
Kullanılmış kefenleri anımsatıyor kar, çürüyen teni üzerinde toprağın
Sessizce ağlıyor yatağında bir kadın. Kıpırdamaya korkuyor yanındaki
Yavaş yavaş batıyor kaydı tutulmamış vakitlerin kayan kumlarında
Giderek soğuyan yatak odası, apseli bir diş gibi zonkluyor ses çıkarmadan
İnsanlarla, araçların izleri birbirine karışmış. Havada siyah bir rüzgar
Siyah bir kedi, sırıl sıklam, çöp torbalarının arasından çıkıyor titreyerek
Uğursuz bir şeyler var belli ki, televizyon antenlerinde kargalar tünemiş
Birisi dikkatle bir paket yerleştiriyor, otobüs durağındaki çöp kutusuna
Su birikintilerinde kristal titreşimler… Buz tabakaları kalınlaşıyor
- Yalnızca ay ışığının ve sokak köpeklerinin duyabildiği bir fugue -
Boş sayfalarla dolu masasına oturmuş yılanlarla oynayan adamın
İsyanlarıyla, tutkularının ölüm ilanlarını arşivlediği dosya da öyle…
Tuesday, April 29, 2008
Sunday, April 27, 2008
Güneş son kez dokunurken…
Dışarıda kararsızdı güneş, bulutlar külrengi ve gökyüzü beyaz
Yitik bir zamana gidip geliyordu adam kadının göz bebeklerinde
Halbuki ağır konulardı masada dolaşan, Badiou, Beckett filan
Sigara dumanları, taze kahve ve parfüm kokularına karışıyordu
Uzakta bir geminin sorularını gargaraya getirdi geveze martılar
Şoförler ikindi uykularından uyandı camları buğulu taksilerde
İklimin pusuya düşürdüğü kiraz ağaçları çiçeklerini döküyordu
Kadının telefonu çalarken bakışlarını denize doğru çevirdi adam
Gözleri ışıksız gecelerde parlayan çakıl taşları gibi soğuktu şimdi
Ve uykularında ölenlerin dinginliği asılıydı yüzünün maskesinde
Güneşin ışıkları son kez kırılırken soğumuş bir çayın kristalinde