Wednesday, June 18, 2014

CHP’nin adını adayı ve “tatava” yapmanın erdemi üzerine spekülatif düşünceler

AKP döneminde oluşan “algısal kilitler” ve “yapışkanstatüko” ilk kez kendini belediye seçimlerinde, Sarıgül’ün adaylığa hazırlandığı sırada göstermişti. 13 Aralık 2013 tarihli yazımdan aktarıyorum:
“ Sanırım, CHP kendine özgü yeni bir yol aramak yerine, “ince politika” ya da “Triangulation” (siyasi yelpazenin iki ucunun dışında ve bunların ortasının üzerinde bir konum oluşturmaya çalışmak) yapıyorum derken, AKP döneminde oluşan “algı kilitlerinin”, “patika bağımlılığı”nın, kısacası AKP’nin dini referanslarla konuşma eğiliminin, genişlemeci dış politika fantezilerinin etkisi altında kalmış. İki örnek vermekle yetineceğim
 “...bu Muharrem ayında Rabbim bizi burada buluşturdu. Tutmuş olduğunuz oruçları Allah’ım en yüce katında makbul eylesin... 10 Kasım’da, Atamız mekanı cennet olsun... Buradan 1’inci Genel Başkanımız Mustafa Kemal Atatürk’e Bismillah diyerek şu sözü veriyoruz; artık muhalefetteki son günlerimiz. Önce Allah’ım sonra partili arkadaşlarım, sonra yurttaşlarım izin verirse İstanbul’un anahtarını Genel Başkanımız’a getireceğiz. Yolumuz açık olsun, Allah’ım hepimizi korusun...” (Sarıgül’den Aktaran: Hürriyet)
Bu konuşmada altını çizdiklerim, “dini hakikat rejimine” sadakatini açıklamış bir siyasi partinin, örneğin AKP’nin, ya da Müslüman Kardeşler gibi akımların söylemleri içinde meşru, tutarlı, sorgulanması gereksiz ifadelerdir. Böyle bir açıklamayı yapmış olan bir partiyi, kimse, modern seküler bir politikada, rakipleri karşısında avantaj sağlamak adına dini istismar etmekle suçlayamaz.
Ne ki, bu altını çizdiğim ifadelerin, laik, aydınlanmacı, sosyal demokrat, halkçı ilkelerle, politika yapmayı amaçladığını, “Atatürk’ün Partisi” olduğunu iddia (sadakat beyan) eden bir partinin söylemi içinde, bir bilgisayarın işletim sistemini ele geçirmeye yönelik bir virüs programı gibi etki yapması kaçınılmazdır.”
CHP bu kez de aynı hatayı tekrarlıyor, aklınca yine “Triangülation” yapıyor ama, bu kez başka bir sonuç bekliyor. Ben sonucun değişmeyeceğini düşünüyorum. Eğer haklı çıkarsam, Einstein’i anımsatıp CHP liderliğinin aklını kaybettiğini iddia edeceğim. Yanılırsam, CHP’nin bu adayı seçilirse, AKP’nin iktidarda uzaklaştırılması için bir olasılık doğar ama, aslında “algısal kilitler” ve yapışkan statüko egemen olmaya devam eder.

Tatava etmenin erdemleri üzerine

Tüm bunlar bizi nereye getiriyor? AKP’den kurtulmak, “pasif devrim” sürecini, “Gezi”nin enerjisinden yararlanarak durdurmak olasılığı Belediye seçimlerinde karşısına geldiğinde, sosyalist hareket zor durumda kaldı. Sosyalist hareket bir taraftan AKP’den kurtulmak istiyor, diğer taraftan. muhafazakar, hatta milliyetçi bir adaya oy vermek istemiyordu. İki yaklaşım ortaya çıktı. Birincisi, bu alt tarafı bir seçim, biz parlamentarizmin esiri değiliz, “Esas olan AKP’den kurtulmaktır. Tatavayı bırak oy ver gitsin; kazanma şansı olmayan adayları halkın karşısına çıkarma”. Ben bu yaklaşıma yakındım. İkinci yaklaşım, “tatava ederim, kazanamayacağımı bile bile kendi adayıma oy veririm. Zaten AKP, CHP, MHP fark etmez”.
Bugün bu deneyime, geriye doğru; yaklaşmakta olan seçimleri düşünerek (bu arada gidip 1906-1907 Duma seçimlerinde yaşanan, sosyalist hareketin bugünkü kaygılarına benzer tartışmalarını da okuduktan sonra) ileriye doğru bakınca yukarda değindiğim iki tavrın da hem yanlış hem doğru olduğunu düşünüyorum.
Birinci yaklaşımda “tatava etme” sloganı yanlıştı. Seçimler, genel olarak halkın. Özel olarak emekçi sınıfların siyasi duyarlılıklarının  en azından bir süre için yükseldiği bir dönemdir. Bu dönem sosyalist hareket için, düşüncelerini halka emekçi sınıflara ulaştırmak açısından çok değerli bir konjonktür sunar.
Sosyalist hareket “burjuva adaylardan her hangi birine oy verilebilir mi?” “Verilebilirse hangi ölçütler geçerli olmalıdır” kaygılarından önce bu platformu en iyi biçimde değerlendirmek için  hazırlanmaya çalışmak üzerinde odaklanmalıdır. Sosyalist hareketin propagandasını, gerçekleri açıklama kampanyasını, varsa projesini anlatma çabalarını hızla yükseltmesi, “tatava” dozunu maksimuma çıkartması gereken bir dönemdir seçimler.

İkinci yaklaşımın hatası, kazanma şansı olmayan adayları (bunların son derecede değerli insanlar olduğunu, ama bu seçimlerde değerlerinin parlama şansı olmamış olduğunu vurgulayarak) sahaya sürerek onlara oy istemiş, bir anlamda halktan siyasi soncu olmayan, ahlaki ölçütlere göre oy vermesini istemek olmuştur.

Bu taktik, on yıllardır hep aynı sonucu veriyor. Artık tekrarlamaya devam etmemekte yarar var.
Ben bu kez, iki kademeli bir tutumun daha yararlı olabileceğini düşünüyorum. Birinci aşamada, bugünden başlayarak, CHP’ye ve halka bu adayı kabul etmemek gerektiğini gerekçeleriyle anlatmak, adayın kimliğine, aday olarak ortaya getirilme sürecine ilişkin siyasi gerçekleri açıklamak ama, bunu birlikte ve kampanya biçiminde gerçekleştirmek gerekir. Kısacası “algısal kilitlere”, “yapışkan statükoya” karşı mücadele etmek gerekiyor. CHP liderliği ve akıl hocaları üzerinde,  “Bunu istemiyoruz! başkasını bul” baskısı oluşturmak gerekiyor. Sosyalist hareketin gücü bunu başarabilir. Eğer başarabilirse, hem CHP bir sosyal demokrat parti olmaya doğru itilmiş olur, hem “sol” gücünü topluma hatırlatır, karşıt bir “tarihsel blok” arama şansını elde edebilir.

İkinci aşama, bu birinci aşamanın sonucuna bağlı olarak, “Kime oy verilecek?”, “Oy verilecek mi, verilmeyecek mi?” gibi sorularının cevabını bulmaya ilişkindir. Ben bu cevabın son “ana” bırakmaktan yanayım.


Bu bağlamda iki kategoride akıl yürütülebileceğini düşünüyorum: (1) Birinci aşamadan elde dilecek başarı, ya da başarısızlığı değerlendirelim, CHP adayının olası evrimi, değişimini, son tahlilde buna karşı çıkarılacak adayın seçimde alacağı sonucu önceden düşünmeye çalışalım, seçim sonrası siyasi ortamın şekillenmesine olası katkısına ilişkin bir çözümleme yapalım. (2) Birinci aşamanın, bu kez sosyalist harekete katkıları, aday çıkarıldığı taktirde bunun elde edeceği sonucun sosyalist harekete katkısının hem birlik ve gelişme açısından hem de seçim sonrasında oluşacak ortamdan yararlanabilmesi açısından değerlendirelim. Bu değerlendirme üzerinden  adaylara karşı tavrımızı “son anda” belirleyelim. Esas olarak hep birlikte “tatava yapmaya” önem verelim, ortak bir “tatava” dili kurmaya odaklanalım

1 comment:

HasanOzdemirci said...

Bu seçim, AKP'nin 12 yılda yapmış olduklarının devamı ve daha da kurumsallaşması seçimi olup, RTE'nin açık açık söylediği, ben seçilirsem başkanlık sistemini uygularımla ifade edilmektedir. Bunun önünü kesmek için RTE'nin seçilme şansının aşağıya çekilmesi ve 12 yıldır oluşmuş olan hegemonyanın kırılması, iktidar blogu arasındaki çatlakların büyütülmesi gerek. Sizin söylemiş olduğunuz 'algısal kilitler' ve 'yapışkanstatüko' tasfiyesi için, RTE'de cisimlenmiş iktidarın yenilgiye uğratılması gerekiyor, bugün sol ya da laik kimlikle tanınmış birisinin aday olmasıyla bunun sağlanamayacağı baştan belirli değil mi, toplumsal yapının bu kadar değiştiği ülkede. Diğer taraftan solun toplumun belirli kesiminde de kilitli kaldığı, dini duyarlılıkları olan kesimlere ulaşamadığı ve nufus edemediği bir gerçeğinin kırılması da gerekir. Solun aday çıkarmamasıyla kendi düşüncelerin daha geniş kesimlere duyurma araçlarından yoksun kalma sorununu, ÖDP'nin İstanbul'da yaptığı gibi yalnızca belediye meclisi seçimlerine katılarak düşüncesini topluma yayma yolunu seçmesi gibi çeşitli yöntemler geliştirilebilir.