Friday, July 17, 2020

Boratav hocamın “Yeni Faşizm” başlıklı çalışmamla ilgili eleştirileri üzerine düşünürken…


Çok değerli dostum ve sevgili Hocam Korkut Boratav, zaman ayırmış ve “Yeni Faşizm” kitabımın üzerine bir tanıtma-eleştiri kaleme almış. “Kitaplar dostlar mektuplardır” diyordu biri, ya da böyle bir şey. “Mektubuma” cevap aldığım için çok mutlu oldum.
Hocamın eleştiriler tam da benim, genel anlayıştan farklı olduğunu düşünerek, beklediğim konuda yoğunlaşmış.  Hocamın yazısındaki “Yeni faşizmi yükselten güç entelijensiya” alt başlığı ve “Yıldızoğlu’nun bu üstyapı çözümlemesi, bence, “yeni faşizm”in temel nedenini, dinamiklerini açıklayamaz. “Öfkeli kitleler” tespitinden hareket eden aşağıdaki sınıfsal açıklamayı yeğliyorum” ifadeleri işte bu konuyla ilgili. Bir anlamda benim bu kitabı yazarken ki temel kaygımla...

Hocamın yazısına geçmeden önce sık sık değindiğim bir noktayı bir daha vurgulamak istiyorum.

Sol hareket, “kavramlar arası bilgi ve açıklayıcı söylemler” üreten bir tabaka olarak “enteliyensiya”yı hep analizlerinin dışında tuttu. Bu nedenle devletle, türlü rejimlerle hatta toplumsal hareketlerle, sermaye ve işçi sınıfları arasındaki bağın adeta, kendiliğinden ve otomatik olarak kurulduğunu varsayarak, ideolojik kültürel düzeyleri, “aracıları” (metiators) ya görmezden geldi ya da görmek istemedi.

Sol hareket, Türkiye’de 2000’li yıllarda AKP iktidara geldiğinde tam da bu nedenlerle, bu iktidarın nereye gideceğini tahmin edemedi, kadrolarını ve liderliğinin siyasi ve kültürel “sermayelerini” (Bourdieu) küçümsedi. Liberal entelijensiya tüm aymazlığı ve küstahlığıyla “bu liderliği ve kadroları” yönlendirebileceğini, hatta kullanabileceğini düşündü.

Sol ve liberaller, “AKP nedir” sorusu göz ardı ettiğinden, onun bir siyasi parti olarak ne sıradan  burjuva partileriyle arasındaki farkı görebildi ne de  özgün bir projesi olduğunu kavrayabildi.

Sol ve liberal entelijensiya, AKP liderliğinin ve kadrolarının “habitus”unu  (onları çekillendiren tarhsel kültürel gelenek ve ortam ve dil-kavramlar) düşünmek bile istemedi. Bu liderliğe ve kadrolara o “habitus”la bağdaşmayan özellikler atfetti, onların kitle tabanlarıyla ilişkisinin doğasını da “bu habitus”u görmezden gelerek, ekmek peynir sorununa indirgeyerek, ideolojinin ve kültürün maddiliğini unutarak, tanımlamayı seçti.

Böylece sol ve liberal entelijensiya bu anlamda, bilerek ya da bilmeyerek kitleleri salt biyolojik gereksinimlerine (açlık, barınma vb) göre yaşayan biyolojik varlıklara indirgediğini fark edemedi; bireyin hem etik bir varlık olduğunu hem de kendini aşkın bir şeye bağlayarak varlığını anlamlandırma eğilimini, kitleleri bu “anlamların” harekete geçirdiğini göremedi.

Bugün gelinen noktada liberaller, “yanıldık” filan gibi bahanelerle AKP yükselişine yaptıkları katkıların sorumluluğundan kurtulmak istiyorlar. 

Sol ise, neyle yüz yüze olduğunu, rejimin özgünlüğünü hala kavrayamıyor, etkisi olan, fark yarabilen bir direniş hattı inşa edemiyor.

Ben “Yeni Faşizm” kitabına çalışmaya bu kaygılarla başladım, Kabaca bilinenler üzerinde durmadım, bunların üzerinden yeni bir yol açmaya çalıştım. Olası eleştirilerin de bu alandan gelmesini bekliyordum.

Hocamın yazısının da düşündürdüğü gibi, sanırım öyle oluyor.  Ancak, "Yeni faşizmi yükselten güç entelijensiya" saptamasına katılmıyorum. Faşizmi “bir üst yapı çözümlemesiyle” açıkladığımı da düşünmüyorum.

Birincisi, üst yapı kavramını, tanımı, sınırları bulanık ve aynı derecede bulanık “alt yapı” ile ilişkileri belirsiz  (iki “yapı” nasıl birlikte işler gibi) ve kapitalizmin “ekonomi ile siyaseti birbirinden ayıran “fantezisine” prim verdiği için kullanmamaya çalışıyorum.

İkincisi “faşizmi” bir üst yapı çözümlemesiyle açıklamadığımı düşünüyorum. Örneğin klasik faşizmin tarihsel zemini tanımlamaya çalışırken, ekonomik krizden, savaşın yıkımından bilimsel teknolojik gelişmelere kadar birçok maddi sürece işaret ettim.  “Yeni Faşizm”e gelince o dönemle bu dönem arasındaki paralellikleri özellikle vurguladım.

Entelijensiya konusuna dönersem, "Yeni faşizmi yükselten güç entelijensiya" saptamasına/eleştirisine katılmadığımı söylemiştim.

Birincisi kitapta gösterdiğim gibi bu genel olarak entelijensiya değil, entelijensiyanın belli bir kesimidir. Diğer kesimleri komünist hareketle, liberallerle birlikteydi.

Yalnızca bugün değil klasik faşizmde de, faşizmin doğuşunda ve özgün bir ideoloji ve hareket olarak şekillenişinde entelijensiya çok kritik bir rol oynamıştır. Bu faşist söylemin kurulmasında, hareketin ve partinin inşa edilmesinde toplumsal taban desteğinin oluşmasında ve harekete geçirilmesinde hep (milliyetçi, ırkçı, dinci ) entelijensiyanın birincil derecede rolü vardır.

Entelijensiya bu özel konuma nasıl geliyor?  Bu sorunun cevabını kitapta, bu entelijensiyanın düşünsel dünyasının şekillenmesinin,  bu işleri yapmak istemesinin, yapabilmesinin maddi temelini,  ideolojik tarihsel zemini üzerinde  dikkatle düşünerek bulmaya çalıştım. Dün ve bugün arasındaki ekonomik siyasi jeopolitik hatta teknolojik-bilimsel gelişmelere ilişkin paralelliklere işaret ettim. Şimdi bunlara 1918-21 İspanyol gribini ve 2019-20? Covid-19 Pandemi'sini de ekleyebiliriz!

Faşizm'in bir kapitalist devlet biçimi olduğu da bir gerçek. Bu nedenle de sınıfları dışarda bırakmadığım gibi, gerek kitlelerin egemen sınıfın yöneticilerine yönelik tepkilerini, gerekse de büyük sermayenin sürece katılımını, katılımının koşullarını da özellikle vurguladığımı (örneğin Reichtag’daki kaynak yaratma toplantısı) düşünüyorum.

Büyük sermayenin sürece, faşist parti toplumu bir arada tutabileceğini kanıtladıktan sonra katıldığını da vurguladım.

Bu önemli olgudur! Birincisi faşizmi sürekli  evrilen  ilerleyen gerileyen yeniden ilerleyen bir süreç olarak düşünmek gerekir. Büyük sermaye bu sürece belli bir aşamada, faşist partiye “serseriler” tasfiye edildikten sonra, güvenmeye başladığı noktada katılır.

Bu katılım gerçekleştikten sonra sermayenin ve devletin tüm kapasitesi Faşist partinin arkasına geçer. Bu noktadan sonra faşist partinin yönetimini parlamenter yollarla devirmek olanaklı değildir.

Alman ve İtalyan deneyleri, faşizm sürecinin başlangıcında liberallerin faşistlerle ittifak yolu aramaya çalıştığını, parlamenter pratikleri benimseyerek desteklediği ve faşizm sürecinin önünü açtığını gösteriyor. Bu alanda da dünle bugün arasındaki paralellikler çarpıcıdır.

Almanya ve İtalya deneyimleri sol hareket açısından tam bir fiyaskodur. Faşizm sürecini daha baştan durduramadılar; faşizmin kapitalist sınıf için bir seçenek düzeyine yükselmesini engelleyemediler (Türkiye sosyalizminin 1970ler deneyimi, gücünün çapı düşünüldüğünde, bu açıdan tarihsel bir başarı olarak görülebilir:  Egemen sınıf faşizmi değil toplumda yüzeyde kalmaya, geçici olmaya mahkum askeri diktatörlüğü seçti) yasallık içinde kalarak, yasallık içinde kalmayan faşist milislere yem oldular, üzerlerine gelen şiddete karşılık veremediler ve kısa sürede imha edildiler.