Monday, November 16, 2020

Bir Başkadır

 

“Bir başkadır” adlı televizyon dizisinin, sosyal medyada rastladığım göndermelerden, hatta yorumlama -eleştirme çabalarından, oldukça ilgi çektiğini hatta beğenildiğini anlıyorum. Bir Televizyon dizisinin, bu kadar ilgi çekmesini, hatta entelijensiyanın, o kadar sorun arasında bu kadar vaktini almasını ilk anda yadırgamadım değil. 

İngiltere Netflıx kanalında “Ethos” adıyla sunulan dizinin birinci bölümünü zar zor izledikten sonra durumu biraz daha anlamaya başladım sanırım. Diziyi birinci bölümden sonra terk etmemin nedenleri arasında sinematografiye, ya da oyunculara yönelik bir tepki yok. Hatta Meryem’i oynayan sanatçının dengeli inanılırlık düzeyi kabul edilebilir bir performans sergilediğini düşünüyorum. Benim tepkim başka konulardan kaynaklandı.

Bu konulara geçmeden önce şunu anımsamak yararlı olabilir: Televizyon dizileri büyük sermaye işlemleridir. Bu anlamda kültür endüstrisinin önemli artık-değer üretme kaynaklarını (fabrikalarını) oluştururlar. 

Kültür endüstrisi bulunduğu ülkedeki ekonomik ve siyasi, iktidarla yakından bağlantılıdır; daha açık koymak gerekirse, iktidarın yeniden üretim sürecinin çok önemli bir parçasıdır. Bu durumda böyle büyük kültür endüstrisi projelerini tasarlayan ve hayata geçirenler, hele “Süreç olarak Faşizmi” yaşamakta olan bir sosyal formasyonda, iktidarın koyduğu siyasi ve kültürel kısıtlamaları, kültürel hegemonya gereksinimlerini gözetmek, hatta bunlara en azından taviz vermek zorunda olacaklardır. 

Sokakta kendisine uzatılan mikrofona, Rejime ilişkin olumsuz bir şeyler söyleyen sıradan vatandaşın kolaylıkla tutuklanarak taciz edilebildiği bir ülkede yapılacak TV dizilerinin Rejime eleştirel mesafelerini koruyabileceklerini düşünmek büyük saflık, hatta entelijensiya söz konusu olduğunda “staretejik cahillik” olacaktır.

“Bir Başkadır” dizini değerlendirirken, yukarda belirtilenleri gözden kaçırmamak gerekir.

Dizi İngiltere Netflix’inde “Etos” adıyla da sunuluyor. Düşünmeye buradan başlayabiliriz.  

Etos: Estetik yapıtın, İzleyicinin etik duyarlılıklarını hedef alan bileşenlerine ilişkin bir kavramdır. Bu anlamda, kolaylıkta “poetikadan”, “retoriğe” oradan da “propaganda” alanına geçebilir.

Başarılı dizilerin ilk bölümü her zaman izleğin en temel unsurlarını, karakterlerini ve “etos”unu kurar. Böylece izleyiciyi, onu hangi dünyaların içine çekeceğini baştan anlatarak ve göstererek, yakalamaya çalışır. Ne de olsa tüm estetik yapıtlar (her estetik yapıt sanat kategorisine girmez), özellikle büyük sermaye birikim projesi olanlar, izleyicinin dikkati ve ilgisi üzerinde rekabet halindedir.

İzlek: “Bir başkadır” bize ilk bölümde iki “yaşam dünyası” sunuyor. Anladığım kadarıyla daha sonra bu yaşam dünyalarına “Kürt sorunu” üzerinden bir üçüncüsü ekleniyormuş. Ancak diğer bölümleri izlemediğim, aşağıdaki saptamalardan anlaşılabilecek nedenlerden dolayı da izlemeyeceğim için bu 3. “Yaşam dünyası”na değinmeyeceğim. 

Dünya-1: Eğitimli, laik/seküler ve en azından yukarı orta sınıftan seçkinlerin ve entelijensiyanın dünyasıd

Dünya-2: Yoksul, işçi sınıfı, eğitim düzeyi düşük ve dindar bir dünyadır. 

Bu iki dünya bize üç kadın üzerinden sunuluyor.

D1: Psikiyatrist (entelektüel) bir kadınla temsil ediliyor. Bu profesyonel kadın, D2’nin varlığını kabullenmekte büyük zorluk çekiyor. Bu zorluğun basıncıyla patolojik düzeyde bir suçluluk duygusu içindedir ve bu durumundan da a kendisini çocukluğunda deta “programladığına” inandığı anne-babasını suçluyor; bunları konuşmak için bir başka psikiyatrist kadına gidiyor. Bu noktada, akla iki soru geliyor: 1) D2’yi kabul etmekte zorlanan bu kadın kaç yaşındadır? 2) Anne-babası kimlerdir?

D2: Bu da bir kadın tarafından temsil ediliyor. O da D1’nin varlığını kabullenemiyor. Ancak bundan dolayı bir suçluluk duymuyor, çünkü onun gözünde bu ahlaksız, yoz ve olmaması gereken bir dünyadır. Bu kadın gidip sorunlarını yumuşak sesli, bilge izlenim veren bir hocayla (yaşlı bir erkek ve bir Müslüman entelektüel) konuşuyor ondan akıl ve yardım bekliyor.

Zaman: İzlek hangi zamanı temsil ediyor: Benim anladığım, izlek öncelikle güncel zamanı temsil ediyor. Bir dizinin tasarlanma ve gerçekleşme süresi, Pandemiye herhangi bir gönderme yapmıyor olması, “zamanı”, 2018-19 yıllarına koymamız gerektiğini düşündürüyor.

Pek bu zamanda ülkede neler olmaktadır: Ülkede İslamcı bir “yeni faşizm” süreci yaşanıyor. Bu sürecin iktidarı ekonomik bir krizle yüzleşmeye başlamış, lideriyse kültürel iktidarlarını kuramadıklarından (total kontrol inşa edemediklerden, adeta D1’den kurtulamadıklarından) her fırsatta yakınıyor.

Peki laik psikiyatrist kadın kaç yaşındadır. Ben 30’ların ortasında, en fazla 40’lerın başında olduğu izlenimini edindim. Bu saptama bizi, anne-babası tarafından “programlanma” zamanı olarak 20-30 yıl geriye götürür; diğer bir deyişle Siyasal İslam’ı iktidara taşıyan hegemonya inşa sürecinin başladığı yıllara…

Bu formül ile izlek bize, patolojik suçluluk duygusunun kaynağı olan programlamadan sorumlu anne-baba’nın, siyasal İslam’ı “Radikal öteki” olarak gören, “laikçi” birileri olarak düşünmemiz ve mahkum etmemiz gerektiğini söylemiş oluyor. Bu kaçınılmaz olarak bizi “Kemalist”, Aydınlanma geleneğinden, ya da solcu bir aileye, izleğin, ana karakterin ağzından mahkûm edilen tutumun ait olduğu ettiği 2. Zamana götürüyor. İzlek bu ikinci zamanı kullanarak Siyasal İslam’ı olumluyor, onun yükselişine direnen ve haşa direnmeye devam eden güçleri mahkum ediyor.

Dizinin izleğinin anlatısı, D1’in, D2’yi yargılamaya hakkı olmadığını, D1’in D2’yi anlaması ve kabul etmesi gerektiğini ima eden bir doğrultudadır. Buna karşılık D2’nin, D-1’i yargılamaya ve mahkûm etmeye hakkı vardır.

D1’in, Siyasal İslam’ın dünyasını “anlaması” ve “kabul etmesi”, “ötekileştirmemesi” gerektiği fikri yaklaşık 20 yıl önce, Siyasal İslam’ın yükselme ve hegemonya inşa sürecinin başladığı dönemde etkin bir “propaganda” ve “trasformismo” aracıydı (Bkz: Zaman gazetesi ve liberal entelijensiya): D1 “ötekini” dinlemelidir, anlamalıdır ve en önemlisi “değişimi” kabullenmelidir. D2’nin ise, D1 karşısında böyle bir sorumluluğu yoktur.

Bu TV dizisi üzerinde bu kadar laf etmeye bile değmeyecek, sıradan bir “kültür endüstrisi” malıdır.  Dizi, karmaşık ve “derinlikli olma” izlenimi yaratmaya çalışarak sanat taklidi yapıyor. Ancak kaba bir “aesthetic management” düzeyini aşabildiğini sö”ylemek zor. Kısacası bu diziyi, yapımcılarının iddialarından ve niyetlerinden bağımsız olarak, Rejimin kültürel egemenlik projesinin değirmenine su taşıyan bir “propaganda”, besbelli ki “başarılı” bir propaganda olarak değerlendirmek gerekiyor.


4 comments:

gmakaskiran said...

20 yıl öncesinin propagandasını ısıtıp koymuşlar. Reis fırsattan istifade fabrika ayarlarına (!) dönsün.

isin said...

Berkun Oya’yı severdim, bu diziyle o sevgiyi sanırım kaybettim. Yazık oldu.

Kaptan Rock said...

Meseleyi can evinden yakalamışsınız diye düşündüm şu cümlelerinizi okurken:"Böyle büyük kültür endüstrisi projelerini tasarlayan ve hayata geçirenler, hele 'Süreç olarak Faşizmi' yaşamakta olan bir sosyal formasyonda, iktidarın koyduğu siyasi ve kültürel kısıtlamaları, kültürel hegemonya gereksinimlerini gözetmek, hatta bunlara en azından taviz vermek zorunda olacaklardır."
Berkun Oya'nın "hoca"sı neden karikatür denebilecek ölçüde iyi ve ideal biri: Çünkü Netflix, hocaların tarikatların parasal, siyasi ilişkilerini ortaya koyan bir diziye izin vermezdi. Sizin söylediğiniz nedenlerle. Evet bu bir otosansür ama burası da Türkiye... Bununla birlikte yönetmen, artık ortalarda görmediğimiz bir dönemin naif liberal solcuları gibi hocaların böyle iyi-hoş-ideal karakterler olduğuna gerçekten inanıyordur da olabilir. Bilemiyoruz.

Unknown said...
This comment has been removed by a blog administrator.