Bu başlık teorik ve siyasi olarak çok tartışmalı ve geniş bir alanı kapsıyor. O nedenle ben burada bu alanın yalnızca belli noktalarına değinmekle yetineceğim. Böylece konuyu düşünmeye yardımcı olmayı umuyorum.
Önce bu alan içinde kendi konumumu açıklığa kavuşturmaya çalışayım
Kriz ve Tarihsel bir üretim tarzı olarak kapitalizm
Daha fazla ilerlemeden bir konuda karar vermemiz gerekiyor.
Çünkü karşımıza iki varsayım var.
1) Kapitalist ekonomi esas olarak dengeye eğilimi sergileyen bir sistemdir, krizler dışsal etkilerin sonucudur.
2) Kriz kapitalizmin iç dinamiklerinin sonucu onun bir varoluş halidir. Dışsa koşullar bu iş dinamikler üzerinde etki yapar kimi zaman da dışsal gibi görünen dinamikler, aslında iç dinamiklerin tetiklediği gelişmelerdir. Örneğin su baskınları, hatta deprem gibi doğa olayları. Bu doğa olaylarının ve felakete dönüşmesi, kapitalizmin doğal çevre, toplumsal dokuları üzerinde yaptığı yıkıcı etkilerin sonucudur. Ancak kapitalizmin iç dinamikleri üzerinde hızlandırıcı etkiler de yaparlar
Ben kapitalimi salt bir ekonomik ilişki değil de bir üretim tarzı olarak düşünüyorum ve kapitalizmin tarihindeki uzun ve kısa dönemli dalgalanmalara bakarak ikinci varsayımı benimsiyorum.
Tarihsel bir üretim tarzı olarak kapitalim:
Tarihteki tüm üretim tarzlarının temel ilişkisini, doğrudan üreticiyle üretim araçlarının birleştirmesinin özgün biçimi oluşturur. Bu temel ilişki ekonomik artık üretmeye, artığa el koymaya dayanır. “Ekonomik artık” tüm üretim tarzlarının tözünü oluşturur
Kapitalist üretim tarzına gelene kadar, bu üretme ve el koyma süreci, hemen her yerde ve tarihte meta üretimine rastlansa bile, esas olarak siyasi-ruhani ilişkilere (zora ve tanrısal bir irade iddiasına) dayanır.
Kapitalist üretim tarzı, tüm önceki üretim tarzlarından farklıdır: insanın potansiyelinin (iş gücünün) metalaşması üzerinden üretilen “artık değere” meta ilişkileri, piyasa ilişkisi içinde el koymağa dayanır. Kapitalist üretim tarzının merkezinde emek sermaye ilişkisi/çelişkisi vardır ve tözü “artık değerdir”
Kapitalizmden önce de küresel düzeyde, bir meta ticareti ve imparatorlukların, siyasi kültürel etki alanlarının örüntüsü vardı. Kapitalizm bu karmaşıklık içinde. Tarihsel olarak özel koşullara sahip bir coğrafyada İngiltere’de doğdu ve hemen bu örüntü üzerinden küreselleşti.
Kısacası kapitalizm küresel meta ilişkileri ve devletler sistemi içinden doğdu. Öyleyse bu devletler sistemin düzenleyen hegemonya ilişkileri de bu doğuşa eşlik etti.
Vurgularsam:
Pre kapitalist dünya pazarı-devletler sistemi:
Ceneviz, Portekiz Hollanda hegemonyası
Kapitalist devletler sistemi: İngiltere ABD hegemonyası…
Bu tarih bana, kapitalizmi, biri uzun dönemli yapısal (ekonomik ve siyasi düzenin hegemonya ilişkisinin dünya çapında değiştiği) biri de kısa dönemli sarsıntılardan oluşan bir devinime ilişkin olarak düşünebileceğimizi söylüyor
Kriz kavramına gelince: Kriz eski yunanca kritik karar anı, karışık, belirsiz bir an anlamında bir sözcük: Örneğin
Tıpta hastalığın gidişatının ölümle yaşam asında karasız kaldığı durumu.
Edebiyatta (roman, trajedi-komedi) İzleğin gerçeğinin ortaya çıktığı ve karakterlerin kendi koşullarını kavradığı, yeni bir durumun oluştuğu anı betimler.
Kriz kavramı bir “şeyin” hareketinin bir anına ilişkindir. Bu “şey” bir organizma, metin, toplum, hatta bir kişinin yaşamı olabilir.
Kapitalizmin krizi de kapitalizmin “hareketine” ilişkin olmalıdır.
Bu hareket eden “şeyi” daha somut biçimde tanımlamak gerekecek.
Şimdi şu soruyu sorabiliriz. Kapitalizmin krizi deyince hangi hareketin içindeki özgün anı düşünmemiz gerekir: Krize giren nedir? Kapitalizmi sık sık bir varlık yokluk arasında karar noktasına taşıyan nedir?
Kapitalizmin varlık koşuluna bakınca dikkatimizi öncelikle, artık değerin üretimi ve bölüşümü, sermaye birikim süreci üzerinde yoğunlaştırmamız gerekir. Bu süreç istikrarını kaybetmeye, hatta kopmaya başladığında kapitalizm bir varlık yokluk sorunu, karar anı ile karşılaşıyor: Kriz bu duruma ilişkindir.
Sermaye birikim sürecinin sürdürebilmesinin üç ön koşulu var:
Birincisi: “artık değer” üretiminin sürekliliği ve bunun fiyatlar (biçimler) düzeyindeki ifadesi olan kar oranlarının yeterli düzeyde olması gerekir.
İkincisi: Bu süreci taşıyacak fiziki ve teknolojik, kurumsal alt yapının (iletişim, ulaşım, enerji, sağlık eğitim), mülkiyete ilişkin hukuki kurumların (disiplin ve cezalandırma rejiminin) genel olarak uyumlu bir yapısal şekillenmenin varlığı güvence altında olmalıdır
Üçüncüsü: Bu yapısal şekillenmeyi doğal kabul ederek içinde yaşayacak ve çalışacak insan duyarlılıkları(kültür ideoloji) da gerekir
Şimdi bir adım daha ilerlemek için (“Artık-değer” ile kar arasındaki karmaşık ilişkiyi, felsefi matematik tartışmaları bir kenara bırakıp), kabaca şunu saptayabiliriz:
Kar yapma kapasitesi/oranları düşmeye başlarsa, tüm yapısal destekleyici koşullara karşın sermaye birikim sürecinin yavaşlayacağını giderek bir kopuş olasılığının şekilleneceğini söyleyebiliriz.
Ancak, kar oranlarının düşme içseldir ama karşıt eğilimlerle birlikte var olur. Bu karşıt eğilimler, kriz dinamiklerini, sınırlayabilir, yavaşlatabilir, hatta bir süre için, erteleyebilir ama yalnızca bir süre için. Çünkü kriz dinamikler kesin ve kalıcıdırlar. Bu üretim tarzının var oluş halleridir.
Her kriz yukarda değindiğim yapısal şekillenmenin son krizidir, kriz dinamikleri o yapısal şekillenme değişmeden geri çevrilemezler. O kapitalizm, o krizi aşamaz. Ancak, başka bir kapitalizmin şekillenmesi gerekir.
Şimdi bu karşıt eğilimlere kısaca bakalım. Hemen hepsi bize çok tanıdık gelecek.
a) Bunların başında emek verimliliğini arttırmak için makineleşme, birikim süreci içindeki âtıl zamanı, azaltmak, yok etmek gelir. Ancaak
a. Teknoloji sabit ise işçi başına sabit sermaye maliyeti artar (organik bileşim sorunu- ama takılmayalım)
b. Üretimde ve dolaşımda Boş/atıl zamanları, azaltma yok etme çabaları, emek disiplinini ağırlaştırarak verili duyarlılıkları sarsabilir, ideolojik-siyasi sorunlar yaratabilir
c. Dikey ve yatay entegrasyon, lojistik (jeoekonomik) sorunları, süreçte kırılganlıkları arttırır
b) İşçi ücretlerini düşürerek emek maliyetini azaltmak, işçi sınıfının tüketim kapasitesi üzerinde olumsuz etki yapar; talep yetersizliği sorununa yol açar. Bu eğilim hemen kapasite fazlası (aşırı üretim) sorununa dönüşmeye başlar. Talep yetersizliği sorunu kredi araçlarıyla kapatma eğilimi finansal sistemi giderek zayıflatır.
c) Bu koşullarda sermaye, yeni tüketici talebine, ucuz hammaddeye ve emeğe yeni yatırım alanlarına ulaşmak için, bulunduğu ekonomik coğrafyadan başka ekonomik coğrafyalara gitmeye birikim alanını genişletmeye çalışır.
d) Ancak bu “gitme hareketi” iki engeli aşmak zorundadır
a. Var olan yapısal uyum, onun duyarlılık ve düşünce biçimleri ve sınıf ilişkilerindeki dengeler gitmeye karşı direnirler: Arrighi: “Sürtüşme krizi”
b. Sermaye gittiği coğrafyalarda bulduğu yapısal uyumun direnişini kırmak, ekonomiyi açmak ve kendi gereksinimlerine göre yeniden şekillendirmek ister burada da bir direnişle karşılaşır.
c. Nihayet kar oranları düşerken sermaye üretimden uzaklaşmaya, gelecekte üretileceği varsayılan artık değeri-karları, şimdiden gerçekleştirmeye, geleceğe kaçmaya, hem de başka yerde üretilen artık değere el koymaya çalışır: Bu eğilim, spekülasyonu, finansallaşmayı hızlandırır ve tüm karşıt eğilimlerin tükendiğini gösterecek olan bir finansal krizi hazırlar.
d. Bunlardan iki gözleme sıçrayabiliriz:
i. Her durumda içerde ve dışarda “yaratıcı yıkım”, yeni siyasi biçimler ve ideolojilerin oluşması söz konusudur
ii. Karşıt eğilimlerin hemen her noktasında siyaset, kültür ve devlet in düzenleyici eli vardır
iii. Emperyalizm bir kriz aşma biçimi, içsel bir olgu, bir zorunluluktur
e. Tüm bu eğilimler 1980’lerde karşımıza
§ İMF yapısal uyum programları- Kopenhag kriterleri
§ Serbest piyasa kültü ve neoliberalizm,
§ Postmodernizm, Kendi bedenlerine hazlarına odaklı kısa dönemci bireyin hedonist tüketim tarzı olarak çıktılar.
§ Ve hepsi tarihsel bir evrim önünde durulamaz bir büyük yenilik olarak sunuldular. Halbuki kapitalizm kadar eskiydiler.
Örneğin:19. Yüzyılın sonuna 20. Yılın ilk çeyreğine bakınca. (Hedonizm: Great Gatsby, Jazz Age, Weimar Almanya’sı etc…)
Bu bölümü iki kavram daha ekleyerek toparlamaya çalışayım.
Belli bir yapısal uyum, yapısal uyumun duyarlılıkları ve sermaye birikimini koruyan karşıt eğilimleri birlikte belirlenmiş bir “bütünsellik” olarak düşünebilmek için
“Sermaye birikim rejimi ve düzenleme sistemi”
Kavramlarına baş vurabiliriz.
Bu kavramlar aslında biraz daha karmaşık ama bu sunuş içinde bence yeteri. Şimdi bu kavramları kullanarak toparlarsam
1- Düzenleme sistemiyle birlikte işeyen bir sermaye birikim rejimi: Hızlı ve istikrarlı büyüme: 1845-1878 (Chartizm)
2- Sermaye birikim rejimi istikrarını kaybetmeye, kriz dinamikleri güçlenmeye karşıt eğilimlerin düzenlenmesi özellikle önem kazanmaya başlar, sınıf mücadelesi keskinleşirken, sermayenin alan dışına, başka mekanlara kaçma eğilimi hızlanır, sürtünme krizleri başlar. Reformlar gündeme gelir, finansallaşma ve emperyalizm, krizi yönetme rejimi ile öteleme: 1889-1914
3- Bu yapısal kriz süreci bir Finansal kırılma ile kopar. Yeni ekonomik ve siyasi sermaye brikim merkezlerinin yükselir, emperyalist sistem içinde dünya ekonomisinin yönetimi konusunda anlaşmazlıklar ve hegemonya rekabeti hızlanır. 1914-(1929-39) – 1945
4- Yeni kapitalizm yeni başlangıç: 1945-1975…
Kalıba dökersek:
Yaygın sermaye birikim rejim- liberalizm
Krizinin finansallaşma ve emperyalizmle öteleme çabaları
Finansal kriz, savaşlar yeniden bölüşüm
Yeni bir sermaye birikim rejimi-yeni bir kapitalizm- Ulusal keynezyenizm, refah devleti- yeni sömürgecilik-bağımlılık içinde ulusal kalkınma- (dependent development)