Bülent Arınç, sofistler ve sosyalistler -Ergin Yıldızoğlu
03 Şubat 2011
Bülent Arınç, "Hayat alkol ve seksten ibaret değildir" dedi medyada büyük tepki çekti. Kimisi "Sanki 'Hayat alkol ve seksten ibarettir diyenler varmış gibi... " diyerek itiraz etti. Bir başkası, "Gücü eline geçirince bu sefer sen başkalarının hayatını yargılarsın, sınırlamaya çalışırsın" sözleriyle aklınca bir ikiyüzlülüğe işaret etti.
Ben sosyalistlerin Bülent Arınç'ın saptamasına katılmaları gerektiğini düşünüyorum. Ama bir adım sonra hemen yollarını ayırmak koşuluyla, hem de 180 derece...
İkiyüzlülüğe gelince, ben başka bir şey, bir madalyonun iki yüzünü düşünüyorum. Madalyonun bir yüzünde şu olgu var: Arınç'ın, geldiği iktidar noktasına, bugün "hayat alkol ve seksten ibaret değildir" saptamasıyla "yaşam tarzı"nı eleştirdiği insanların "yol arkadaşlığıyla" geldi. Bu "yol arkadaşları olmasa" Arınç, bu noktaya gelemezdi.
Madalyonun ikinci yüzünde de, Siyasal İslam'a, bugüne kadar "yol arkadaşlığı" yapmış olanların yakınmaları var. Madalyonun birinci yüzündeki olgu Makyavelist anlamda başarılı bir siyasi taktiktir. İkinci yüzündeki yakınmalarsa tam anlamıyla bir entelektüel iflası temsil ediyor: Çünkü bu yakınmalar eğer, postmodern sofistlerin herkesi kendileri gibi sanma salaklığından kaynaklanmıyorsa, derin tarihsel kökleri, kültürel, siyasi geleneği, geniş toplumsal tabanı olan bir hareketi, dışarıdan yönlendirebileceklerine inanmak gibi bir kendini beğenmişlikten, hatta küstahlıktan kaynaklanıyor.
Bedenler ve "hakikat"ler
Şimdi gelin Arınç'ın sözlerine daha yakından bakalım. "Seks ve alkol" derken Arınç'ın ne kastettiğini tam olarak bildiğimi iddia etmeyeceğim. Ama bu iki şey esas olarak, bir taraftan bedensel hazlara, diğer taraftan, neo-liberal dönemin yücelttiği, "hemen şimdi ve burada" tatmin vaat eden, ama daha tüketilirken, ürettiği kültürel öğelerle, yeni bir tatminsizlik ve yeniden tüketim arzuları yaratan "mükemmel metalara" ilişkin değil mi? "Hemen şimdi ve burada" tatmin edilmesi beklenen hazların simgeleri, geçtiğimiz 30 yılın en önemli pazarlama ve kültürel üretim araçları değil mi? Bu olgu, sermayenin aşırı üretim krizini aşabilmek için insanın yaşam dünyasını, onu "hayvanlaştırma" pahasına tüketme eğiliminin sonucu değil mi?
"Hayvanlaştırma" çok güçlü bir ifade olarak gelebilir. Ancak insanla hayvan arasındaki fark, birinin bedensel gereksinimlerinin harekete geçirdiği dürtülere, "haz ilkesine" göre, Borges'in deyimiyle öleceğini bilmeden yaşaması, öbürünün yaşayabilmek için haz ilkesini kısıtlayarak, tatmini öteleyerek, haz ilkesinin ötesine geçerek, kendisini hayvanlardan ayıran simgeleştirme kapasitesiyle, ürettiği ilkelere göre, ölümlü olduğunu bilerek yaşaması değil mi?
Hayvan yalnızca yaşar. İnsan, yalnızca yaşamaz, ölümlü olma bilgisiyle de ilintili olarak "İyi bir yaşam nasıl olur?" sorusuna verdiği cevaplara uymaya çalışarak yaşar. Diğer bir deyişle insan varoluşa, adalete ve ahlaka ilişkin ilkelere göre yaşamaya çalışır. Zayıf bir hayvan olarak, insan doğada ancak, bencilliğini aşarak, toplumsallaşarak, kendi yaşamını toplumun yaşamı (iş bölümü ve dayanışma) içinde sürdürmeye çalışarak ve burada anlamlandırarak var olabilmiştir. Böyle bir yaşam için gerekli ilkelerin ve ahlakın dayanabileceği evrensel, değişmez (bilgiyi aşan) varsayımlara sahip olması gerekeceği açıktır. Diğer bir deyişle, insan yaşamının temel ilkeleri bir evrensel hakikatler sistemine dayanmak zorundadır.
Yaşamını bir hakikatler sistemine dayandırmadan, bilgisi ve becerisini, egemenlere, onların egemen kalmasına hizmet edecek biçimde sunup, karşılığında hazlarını tatmin edecek şeylere ulaşarak yaşayan entelektüellereyse, Platon'un da vurguladığı gibi Sofist denir. Sofistler, insanın en önemli erdemlerinden biri olan "bilgiyi sevme" ilkesine göre değil, bilgiyi, haz elde etmekte kullanarak yaşarlar.
Sofistlerin dönüşü...
Sofistlerin, kapitalizmin son yapısal krizi döneminde, bu kez kapitalizme ve onun egemen sınıflarına hizmet etmek üzere ortaya postmodernizm ile çıktığını gördük. Çağdaş sofistler "postmodern" dönemlerde yaşadığımızdan hareketle, evrensel hakikatleri yadsıyan, her "hakikati" hizmet ettiği iktidarın "yalanı" olarak değerlendiren bir yaklaşımı ileri sürdüler. "Yalnızca bedenler ve dil (kültürler) vardır" iddiasını dünya halkları postmodern sofistlerden öğrendi. Bedenlere ve kültürlere ilişkin bu sav da geçen 30 yılın hazcı tüketimi körükleme ve hakikatlere sadık özneleri ezerek, bireyleştirme dinamiklerinin taşıyıcısı oldu. Postmodern sofistlerin her fırsatta, ilkeleri için ölümü göze alan, doğru yaşanmış bir yaşam uğruna, yaşamını, en değerli şeyini vermekten kaçınmamış olan devrimci önderleri karalamaya çabalamaları da bundandır. Çünkü tarih boyunca, ilkeleri için ölenlerin yaşamı, bu günün sofistlerinin yaşamının insani özünü kaybetmişliğinin hiç ortadan kalkmayan kanıtıdır.
Arınç'ın sözlerinin bir boyutunu "yalnızca bedenler vardır..." savına itiraz olarak okumak olanaklı. Arınç "bedenler var ama başka şeyler de var" diyor. İkinci boyutu ise bu bedenlere yeni bir disiplin (biyopolitik) uygulama projesiyle ilgili.
Arınç'ın sözlerinin birinci parçasına katılmamak için sofist olmak gerekiyor. Evet "bedenler ve kültürler var", ama tüm bedenleri ve kültürleri etkileyen, beden hangi kültürde yaşıyorsa yaşasın değişmeyen, tüm bedenler ve kültürler için geçerli evrensel "hakikatler" de var! Birey "iyi bir yaşam nasıl olur" sorusuna ancak bu hakikatlere dayanarak bir cevap verebilir.
Arınç'ın sözlerinin ikinci boyutuna gelince, sosyalistlerin yolu, Arınç'tan 180 derece ayrılıyor. Çünkü, beden disiplini (biopolitik), bir emek disiplin rejimidir ve özgürlüklerin karşıtıdır; bu disiplin, her zaman, olguların, içinde anlamlarını kazanacağı bir anlamlar sistemini sunan bir "hakikat rejimine" dayanır. Bu hakikat rejimi toplumun inançlarını, değerlerini ve geleneklerini yaratır, yeniden üretir, bu üretimi ve üretilenlerin dağılım ve imleme yordamlarını (prosedürlerini) düzenler, konuşulabileceklerin sınırını çizer, konuşulamayacakları da bu sınırın dışında bırakır.
Sosyalistlerin yolu, Arınç'la işte bu bağlamda ayrılır, hem de 180 derece. Arınç'ın "seks ve alkolden başka şeyler de var" itirazı ve önerdiği biyopolitik, belli bir "hakikat rejimine" dayanıyor. Sosyalistler bu hakikat rejimini benimseyemezler.
Her "hakikat" verili bilgi sisteminde delik açan bir "olay"dan kaynaklanır. Arınç'ın "hakikat rejimi", "vahiy" "olay"ından kaynaklanıyor. Arınç bu hakikatin bireyi, çünkü sadakati bu olayın hakikatine ait. Bu sadakatin mantıksal sonucu olarak da Arınç, toplumun bu hakikati, bir evrensel hakikat olarak benimsemesini istiyor. Arınç'ın bu hakikatin gerektirdiklerini nereye kadar yerine getirip getirmediği bizi ilgilendirmiyor, ama kendi hakikatini evrenselleştirme çabasının erdemli bir tutum olduğunu da kabul etmek durumundayız!
Sosyalistlerin sadakatiyse, özgürlük kavramının, sosyalizm düşüncesinin doğuşuna olanak veren "Aydınlanma olayı"nadır. Onlar da bu hakikatin, bir evrensel hakikat olarak toplumun geri kalanı tarafından benimsenmesi için çalışırlar.
İki "hakikat rejimi"
Bu iki hakikati kabaca ve kısaca belki söyle karşılaştırabiliriz: Arınç'ın "hakikati", insan aklının eksikliğine inanıyor, bu yüzden, "iyi bir yaşam" için, insan yaşam dünyasının dışındaki ilahi bir aklın "gönderdiği" düzenleyici ilkelere uymak gerektiğini söylüyor. Aydınlanma'nın "hakikati", insan aklının ve bu aklın aydınlattığı kolektif eylemin insan yaşamını düzenlemeye yeterli olduğunu söylüyor. Arınç'ın "hakikati" inan, sorgulama itaat et, diyor. Aydınlanma'nın "hakikati" her şeyin önce sorgulanacağını, ancak aklın eleştirisinden geçtikten sonra benimsenebileceğine "inanmayı" gerektiriyor. Arınç'ın hakikati insanın kurtulabilmesi için ölmesi gerektiğini, Aydınlanma'nın hakikati, insanın yaşamı içinde kurtulabileceğini söylüyor. Arınç'ın "hakikati", "hakkın" iradesini temsil edenlerin egemenliğine inanmayı, sosyalistlerin hakikati "halkın" iradesinin egemenliğine inanmayı gerektiriyor. Arınç'ın hakikati, "hakkın" iradesinin sorgulanamayacağını, sosyalistlerin "hakikati" halkın iradesinin de eleştirel aklın pratiğiyle sorgulanabileceğini söylüyor.
Sosyalistler "halkın iradesi"ni eleştirel aklın ameliyat masasına yatırınca, sınıfları, sınıflar arasındaki ekonomik siyasi ilişkileri ve çelişkileri görüyor, konuşmaya başlıyor, elde ettikleri sonuçları, "iyi bir yaşam nasıl olur" sorusuna göre değerlendiriyorlar. Bu değerlendirme onları özel mülkiyetin özelliklerini, devletin niteliğini, adaletin ilkelerini sorgulamaya götürüyor. Sosyalistler, buradan bir başka dünyanın yaratılabileceği ve yaratılması gerektiği soncuna ulaşıyorlar. Bir adım sonra da karşılarına emekçilerin tarihsel eylemi ve yaratıcılığı, "dünya" yıkma ve kurma geleneği deneyimlerinin birikimi, bu birikimlerin bilimsel (maddenin hareket yasalarına uygun bir nedensellik ilişkileri içinde) yöntemlerle çözümlenmesi geliyor. Bu da onları belli siyasi tercihlere, esas olarak "Komünist hipoteze" götürüyor: Sömürüye, baskıya, topluma yabancılaşmış bir şiddet aracı ve kurumu olarak devletin varlığına dayanmayan, insanların, hiçbir cins, cinsel tercih, ırk, etnik ayrımcılığına izin vermeden eşit ve özgürce, birlikte yaşayabileceği bir dünya kurulabilir! Onların bu inancı Aydınlanma Olayı'nın yarattığı "hakikat" rejimine dayanır. Bu inanç bir kanıtlanabilirlik (bunun olanaklı olduğunu kabul etmekle birlikte) ön koşuluna bağlı değildir. Bu inanç bir gerçekleşebilirlik güvencesi de gerektirmez, ama gerçekleştirmek için mücadele etmeyi gerektirir.
Arınç'ın inancı da kanıtlanabilirlik ön koşulunu gerektirmez. Ama onun inancının hakikat rejimi, sosyalistlerin "halkın iradesini" eleştirel aklın ameliyat masasına yatırarak başladığı sürecin içinde, onlara yardımcı olan, bu eleştiriyi konuşabilmelerine olanak veren soruları ve kavramları dışlar, başka bir dünya olasılığını yadsır, böylece, bugünün baskı sömürü, eşitsizlik koşullarını, ekonomik sistemini değiştirilemez kılarak ebedileştirir.
Evet Arınç'ın "Hayat alkol ve seksten ibaret değildir" saptamasına sosyalistler de katılabilirler, ama bu sosyalistlerine onunkiyle taban tabana zıt ve uzlaşmaz, bir siyasi duruşu benimsemelerini engellemez. Zizek'in Arap dünyasındaki son ayaklanmaları değerlendirirken yaptığı "Gerçek uzun dönemli çelişki tam da İslamcılar ile sol arasında değil mi? Rejime karşı bir an için birleşmiş olsalar bile zafere yaklaştıklarında bu birliktelik parçalanır, ve genellikle ortak düşmanlarına karşı verdikleri mücadeleden çok daha ölümcül bir kavgaya dönüşür." (BirGün, 02/02/2011) saptaması tam da bu gerçeğe işaret etmiyor mu?
Diğer taraftan, Arınç'ın alkol ve seks ile ilgili saptamasına özgürlük adına şiddetle karşı çıkanlar, dönüp dolaşıp, bu düzenin kalıcılığı konusunda Arınç'la aynı siyasi çizgide ve Aydınlanma düşmanlığı kültüründe buluşmuyorlar mı?