Monday, December 13, 2010

Bir fırsat kaçırma uzmanı olarak CHP.

(sol.org: 18/11/2010)

BDP Genel Başkanı Demirtaş’ın "Seçimlerde sol blok oluşturalım" çağrısına CHP’nin (CHP’nin yeni Kürt politikasını hazırlayan Genel Başkan Yardımcısı Mesut Değer ve CHP Grup Başkanvekili, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin ağzından) verdiği “BDP önce solcu olsun, sonra konuşalım” tepkisini okuyunca aklıma Ehud Barak’ın bir sözü geldi. Barak Oslo barış sürecinin bir aşamasında, Arafat için “hiçbir fırsatı kaçırma fırsatını asla kaçırmaz” demişti. Ben de o zaman Barak bu suçlamayı yapacak en son kişi olsa gerek diye düşünmüştüm.

Türkiye’de Kürtleri parlamenter platformda temsil eden tek parti olduğunu hemen herkesin kabul ettiği BDP’nin genel başkanı, Ana Muhalefet Partisi'ne diyalog ve iş birliği teklif ediyor, son yılların moda deyimiyle, bir ‘açılım’ yapıyor. Böylece, iki laik eğilimli, modernist damarı güçlü, siyasette, farklı amaçlarla da olsa neredeyse aynı kavramlarla konuşan muhalefet partisi arasında, çok uzun bir süredir ilk kez bir diyalog fırsatı oluşuyor. Hem de Kürt hareketinin AKP’lileştirilmeye, diğer bir deyişle Siyasal İslam’ın ideolojik etkisi altına sokulmaya çalışıldığına ilişkin gözlemlerin arttığı bir dönemde.

Ama gelin görün ki, ana muhalefet partisinin, Kürt sorununa ilişkin çalışmalar yapmakla görevli bir yetkilisi ve Grup Başkanvekli, bu açılımı sinirli bir ifadeyle anında adeta ellerinin tersiyle bir kenara iterek, bu fırsatı kaçırıyorlar. Bu, fırsatı kaçırma fırsatını asla kaçırmama durumuna mükemmel bir örnek değil mi?

CHP’li görevlilerin gerekçeleri de çok ilginç. “BDP sol bir parti değil önce sol olsun omndan sonra konuşalım…”, “Türkiye’de sol bloğun nerede olacağı ise bellidir ve burada en büyük güç CHP’dir”… “Herkesin gelip CHP çatısı altında kendiliğinden birleşme ve bütünleşmeyi sağlaması lazım … Herkesin bir talep veya koşul ileri sürmeden ‘Katılıyorum’ demesi gerektiğini düşünüyorum. ‘Burada siyaset yapacağım’ desin. Herkes CHP şemsiyesi altında katkı sunmaya gelsin. Biz de onlara bu olanakları sağlayalım”.

“Bir Anglo sakson deyimi “Bu önerme o kadar çok fazla düzeyde yanlış ki eleştirmeye nereden başlayacağımı bilemiyorum” der. CHP sözcülerinin, sol blok ve işbirliği üzerine söyledikleri de öyle.

Şuradan başlayabiliriz sanırım. CHP’nin yeni, 'halk tipi', çok çalışkan bir başkanı var. Bu başkan, Türkiye’de orta sınıflar arasında, medyanın da yardımıyla ilgi odağı olmaya başladı, uluslararası çevrelerde de kendisiyle diyalog arayışlarında bir artış görülüyor. Ama tüm bunlar, bu yeni başkanın gelecek seçimlerde CHP’yi hükümete taşıyacağı anlamına gelmiyor.

CHP’nin gelecek seçimlerde bir şansının olabilmesi için, AKP karşısındaki tüm güçlerin oylarını kendinde toplaması gerekiyor. Referandum sonuçları böyle bir olasılığın gerçekleşmesine ilişkin kimi olumlu işaretler verdi. Ama o kadar! CHP bu olasılığı görmek ve gerçekleştirmek için gereken adımları atmayı başaramaması halinde, referandumda ortaya çıkan potansiyelden yararlanamayacaktır.

Eğer CHP kurmayları, bu yüzde 42 nasıl olsa bize mahkum diye düşünüyorlarsa, “neden, referandumda, AKP hükümeti sosyalistlerin onayını almaya bu kadar önem verdi?”, sorusuyla birlikte bir kez daha ve derin derin düşünmeleri gerekiyor. Bu yüzde 42’in ne kadarı CHP’nin başarısıdır ne kadarı solun enerjisinin sonucudur henüz belli değil. Ama medyada, ilgi çekecek, konu olacak kadar bir gücün ortada olduğu kesin. Bu potansiyele BDP’nin oylarının bir kesiminin de eklenmesi halinde, ortaya, gelecek seçimlerin sonuçlarını belirleyecek farkı yaratabilecek bir büyüklüğün çıkabileceğini kolaylıkla söyleyebiliriz.

Ama CHP açısından sorun şurada başlıyor: Sosyalistler, CHP’nin bu güne kadar sergilediği profile bakıp, desteklemek için güçlü bir neden bulamıyorlar. Birincisi bu haliyle seçimleri kazanacağına inanmıyorlar. Bu yüzden, CHP’ye verilecek desteğin de son tahlilde ziyan olacağını düşünüyorlar. İkincisi, durum böyle olunca, sosyalistlerin bir kısmı, kendi siyasi hattımızı, birlik sürecimizi inşa etmeye, CHP’nin sağa kaymasıyla birlikte boşalan yeri doldurabileceğimiz bir düzeye ulaşmaya çalışsak daha yararlı olur diye düşünüyorlar. Bir diğer kesimi de zaten CHP’ye Kürt sorunundaki tavrından, emekçi sınıfların sorunlarına ilgisizliğinden, geleneksel devlet partisi olmasından ve otoriter eğilimlerinden dolayı oy vermemekte ısrarlı görünüyor.

Eğer sosyalistler, seçimlerde, beli bir birlik, kısmen de eşgüdüm içinde, CHP’yi, AKP’nin yanına koyarak, ikisine birden karşı bir tutum alırlarsa bu tutumun yaratacağı sinerji CHP’nin seçimleri kazanma sansını sıfıra indirir.

CHP’nin, bu ülkede solu biz temsil ediyoruz, herkes bize gelsin, BDP zaten sol değil gibisinden dayatmacı ve kusura bakmasınlar ama amatörce söylemler benimseyeceğine AKP’nin seçim başarılarından gereken dersi çıkartmayı başarması gerekiyor. Bu ders şöyle özetlenebilir. AKP ( ve siyasal İslam) çok farklı siyasi ve kültürel akımları, ekonomik kesimleri birden kendine çekerek tek bir kanalda birleştirebilecek söylemleri geliştirmeyi başardı. Böylece ortaya, köktendinci kesimlerden sol liberalizme kadar, yaşam tarzları birbirlerine taban tabana zıt kesimleri kapsayan, Kürt hareketinin ilgisini çeken “çözüm umudunu” güçlendiren bir siyasi cephe oluştu. Bu cephenin, değişim ve özgürlük üzerine kurulan “muhalif ama hegemonik” söylemi, zenginle yoksulu, kent soylu kesimlerle, proletaryanın çeşitli kesimlerini (lümpen proletarya da dahil) birbirine yapıştırdı, karşısındaki güçleriyse, otoriter, darbeci, İslamafob vb suçlamalarla “ötekileştirdi”.

Bu gün bir taraftan, AKP’nin kurduğu bu blok ve saflaştırma dinamikleri hala büyük ölçüde geçerliliğini koruyorlar. Diğer taraftan, bu bloğun maddi zeminini oluşturan iç ve dış dinamikler hala güçlü olmakla birlikte önümüzdeki dönemde ciddi sarsıntılar geçirmeye aday görünüyorlar. Diğer bir deyişle önümüzdeki seçimlerde, CHP açısından bir fırsat penceresinin açılacağını söyleyebiliriz.

Bu iç ve dış dinamikler ikilemini kısaca açmaya çalışırsak; AKP dış politikası Türkiye’nin bölgedeki durumunu temsil eden jeopolitik mozaiğin tüm taşlarını yerinden oynattı ama, bunları yeni bir resim oluşturacak biçimde bir araya koyamadı. AKP hükümeti Türkiye’yi, komşularıyla ‘sıfır sorun’ olan ülke yabacağım derken, herkesle sorunları olan ülke olma noktasına doğru götürüyor. AKP açılımları özellikle Kürt açılımı iflas etti. Kürt hareketinin temsilcileri büyük bir düş kırıklığı yaşıyor, 30 yılın birikimini Siyasal İslam’a kaybetme tehlikesi karşısında geriliyor, CHP’nin elini sıkmakta isteksiz oldukları bir noktadan, ‘sol blok’ önerdikleri bir noktaya geliyorlar. Sosyalist hareket, AKP’nin tüm baştan çıkartma manevralarına, buna aracılık yapan ‘Dr Faustus’ özentilerine sırtını dönerek kendi bağımsız yoluna, kendi içindeki diyalog alanlarını inşa etmeye çalışarak, gitmeye devam ediyor. Bu gidiş referandumda ideolojik, kültürel ve siyasi olarak ihmal edilemez bir profil sergiliyor. Uluslararası ekonomik kriz etkisini sürdürmeye devam ediyor, bu krizin bu güne kadar Türkiye’ye yarar gibi görünen sermaye hareketlerinin yarattığı balon, dış ticaret açığındaki artışın hızlanmasıyla birlikte tehlike işaretleri vermeye başlıyor.

Böylece oluşmaya başlayan konjonktürde, ya CHP bugünden başlayarak, geniş bir muhalefet bloğu oluşturma fırsatını değerlendirmesine olanak verecek söylemi, diyalog alanlarını, halk kesimlerinin ilgisini çekecek kültürel ekonomik politikaları üretmek için çalışacak, ya da bu fırsatı da kaçırarak, nasıl iflah olmaz bir fırsat kaçırma uzmanı olduğunu bir kez daha kanıtlayacak.

No comments: