Monday, December 13, 2010

Dalga yükseliyor…

(sendika.org 09/12/2010)

Bir toplumsal muhalefet dalgası, Avrupa çapında yayılarak yükseliyor, çok büyük bir olasılıkla yükselmeye de devam edecek. Çünkü bu dalgayı tetikleyen sosyoekonomik koşullar daha uzun bir süre etkilerini göstermeye devam edecekler. Buna karşılık devletlerin bu dalgayı, durdurmak, bastırmak için ellerinden geleni yapacağından hiç şüphemiz olmasın. Eğer bu saptananlar doğruysa, çatışmalar sürecek, devletin baskı, yıldırma taktikleri, halka yönelik devlet terörizminin dozu giderek artacak.

Saldırı şiddetini arttıracak

“Devlet sermaye sınıfının yönetim komitesinden başka bir şey değildir” saptaması genelde mekanik, indirgemeci bir saptama olarak görülebilir. Ama ekonomik kriz denetimden çıkmaya başladığında, bu saptama, bir indirgeme olmaktan çıkar gerçekliği tüm karmaşıklığıyla kavrayacak biçimde ifade etmeye başlar. Devlet adeta önce bir ekonomik olağan üstü hal ilan eder. Kimi zaman bunu bir siyasi olağan üstü hal ilanı da izleyebilir.

Şimdi, özellikle Avrupa’da tam da böyle bir durumla karşı karşıyayız. Ekonomik krizin denetimden çıktığını gösteren finansal krizle birlikte, Avrupa devletleri ( ve tabi ABD) hep birlikte ekonomik olağan üstü hal ilan ettiler. İlk aşamada mali sermayenin devletin, hazine merkez bankası ticaret bakanlığı gibi ekonomik aygıtlarının yönetimini doğrudan eline almasına şahit olduk. Ulusal ekonomilerin tüm kaynakları, mali sektörü desteklemeye ve bankaları kurtarmaya, banka CEO’larının müstehcen maaş, prim ve ikramiyelerini ödemeye gitti. Ekonominin diğer sektörlerinin, toplumun sermaye sınıfı dışındaki kesimlerinin yakınmaları, itirazları, ekonomistlerin eleştirileri, egemen ekonomik paradigmanın (neo-liberalizmin) iflas ettiğine ilişkin ekonomi yönetiminin en üst düzeylerinden gelen itiraflar, deyim yerindeyse peş para etmedi. Mali sermayenin temsilcileri, kendi çıkarlarını toplumsal çıkar ilan ederek mevcut kaynakların hemen hepsine el koydular. Sonuç, ekonomik durgunluğun derinleşmesi pahasına mali sermayenin krizinin “devletin mali krizi” olarak tanımlanabilecek yeni bir aşamaya geçmesi oldu. Böylece mali sermayenin zararları toplumsallaştırılıyor ve halkın üzerine yıkılmaya hazır hale geliyordu.

Şimdi bu ikici aşamayı yaşıyoruz. Mali sermayeyi kurtarırken oluşan büyük devlet borçları, kamu açıklarını kapatmak için halkın refah kaynakları seferber ediliyor. Böylece mali sermayenin kurtarılması aşamasından, halk sınıflarını bu kurtarmaya kurban etmeye niyetli bir geniş çaplı saldırı dönemine girmiş bulunuyoruz. Adet olduğu üzere bu saldırı en zayıf halkalardan başladı: İrlanda I. Round, Yunanistan, İngiltere, İrlanda II. Roudn, Portekiz, İspanya, İtalya…

Bu saldırı, sağlık, konut, taşımacılık, eğitim gibi toplumsal harcamaların kesilmesi, emeklilik garantilerinin, refah yardımlarının (dolaylı-toplumsal ücretin), ve dolaysız, doğrudan ödenen ücretlerin düşürülmesi, dolaylı vergilerin arttırılması, vergi tabanının genişletilmesi anlamına geliyor. Bu arada özellikle sermayenin, kurumlar vergisinin, mali işlemleri vergilerinin düşük oranları ve vergiden muafiyetleri aynen korunuyor.

Toplumun ezici çoğunluğunun refahı, nüfusun çok ufak bir azınlığının çıkarlarına, kör bencilliğine kurban ediliyor. Kör bencilliğine, çünkü bu uygulamalar, sanayi ve hizmetler sektörünün çektiği talep yetersizliği sorununu daha da artacak. Böylece, durgunluğun sürmesi, birçok işletmenin borçlarını servis edecek satışları ve gelirleri gerçekleşemedikleri için iflasa gitmesi ve neticede krizin dönüp banka sektörüne geri gelmesi kaçınılmaz.

Ama saldırı şiddetlenerek devam ediyor, ederken de, yalnızca geleneksel işçi sınıfını değil, işçi sınıfının, “yeni orta sınıf” etiketi altında, egemen ideolojinin labirentlerinde görünme kılınmaya çalışılan kesimini de vurmaya başlıyor. İşte tam burada, Marx’ın ünlü “kendi mezar kazıcıları” değimini anımsayabiliriz. Çünkü, işçi sınıfının bu yeni kesimi, olanları geleneksel kesime göre çok daha hızla saptayacak, çözümleyebilecek ve tepki geliştirebilecek bilgiye ve teknolojik donanıma sahip. Dahası geçen 20 yıl içinde bu kesim tam anlamıyla bir tüketim hummasına itilmiş, sürdürülemez bir refah köpüğünün üzerinde yaşamaya, önünün, özellikle çocuklarının geleceğinin açık olduğuna inanmaya koşullandırılmıştı. Şimdi bu köpük sönerken bu kesimin yere doğru inişi, işçi sınıfının geleneksel kesimine göre çok daha yüksek bir hızda yaşanıyor. Bu kesimin kızgınlığı gün geçtikçe artıyor. Toplumun en üst yüzde bir ya da yarımının ucu bucağı belirsiz servetleri olduğu gibi dururken, devletin elini ceplerine sokmasını anlayamıyor, açıklayamıyorlar. Bu onlara şimdilik bir “sınıfa karşı sınıf” durumu olarak değil akla karşı aç gözlülük, topluma karşı, ahlaksız bir bencillik olarak görünüyor. Egemen ideolojinin toplumsal mutabakatı destekleyen fantezileri hızla çöküyor. Dolayısıyla bu durum daha fazla devam edemez. Ya bu kesim hızla “sınıfa karşı sınıf” durumuyla karşı karşıya olduğunun bilincine varacak ve işçi sınıfının diğer kesimleriyle buluşacak, yada devletin ekonomik olağan üstü rejimini, bir siyasi olağan üstü rejim izleyecek.

Kısacacı, bizim açımızdan da tarih geri geldi. Yine bir savaş ve isyan günleri, devrimci dönemler sürecine giriyoruz.

Tepkinin ilk işaretleri

“Sendika.org” sitesi ve diğer sol web siteleri, Yunanistan’dan, İrlanda’ya, grev ve direnişleri, İngiltere’den İtalya’ya öğrenci olaylarını başladığından bu yana ayrıntıyla aktarıyor. Bunları yeniden örneklemeye çalışmayacağım. Bunların daha az dikkat çeken, “yeni orta sınıfla” ilgili bir iki özelliğini vurgulayacağım.

İngiltere’de öğrenci olayları ve gösteriler işgaller, son yılların en kötü hava koşullarına karşın ülke çapında devam ediyor. Öğrencilerin basıncı, hükümeti harçlar ve “yüksek öğretim reformu” (palavrası) alanlarında taviz vermeye zorladı. Bu gün yapılacak meclis oylamasında, koalisyon ortağı Liberal partinin üçe bölünmesi, kimi temcilerin istifa etmesi bekleniyor.

Öğrenci protestolarının bu kadar etkili olmasının arkasında esas olarak üç etken var. Bunlara üç taktik de diye biliriz. Birincisi, öğrenciler hedef daraltarak doğrudan Liberal partinin verdiği sözü tutmamış olmasının ahlaki anlamı üzerinde yoğunlaştılar. Buna karşılık, salt kendi çıkarlari içi değil esas olarak gelecek kuşakların eğitim haklarını, ülkenin bilim ve kültür kapasitelerini korumak için mücadele etmekte olduklarını vurguladılar. Üçüncüsü, mücadelelerinin geleneksel işçı sınıfının, emeklilerin ve genelde tüm halkın çıkarlarıyla ilişkisini lafta değil, bizzat giderek konuşarak, işçilerin grevlerine yardım ederek, destek vererek gösteriler

Bu yüzden, (yeni eğitim yasasının bu “yeni orta sınıfın” çocuklarının geleceğini garanti edecek yol olarak gördüğü, miras, mülkiyet değil, iyi bir ücretle iyi bir iş olanağı vadeden yüksek öğretimi giderek ulaşılamaz, gerçek orta sınıfa has bir ayrıcalık haline getirmeye başlamasının da katkısıyla) öğrencilerin mücadeleleri, toplumda büyük destek gördü. Televizyon kanalları en muhafazakar kendi çocuklarını düşünen sunucuların da etikisiyle bu mücadelelere düşmanca yanaşmadılar,çoğu kez desteklediler. 1968-73 dönemini yaşayanların aktardığı gibi, bu kez öğrenciler toplumda marjinalleşmediler, büyük bir meşruiyet inşa edebildiler.

Örneğin, İngiltere’de yakın zaman kadar post-modern, nihilist sanatçıların tekelinde olan Turner Sanat Ödülü bu kez sosyalist hareketin, madenciler grevinin içinde gelmiş, geçmişte Enternasyonal marşı üzerine kurulu bir enstalasyon yapmış olan Susan Philipsz’e verildi. Tate Galerisinde, dışarıda Slate Güzel Sanatlar akademisinden öğrenciler gösteri yaparken gerçekleşen ödül töreninde, Pihilipz ödülünü alırken direnişi desteklediğini belirtmeyi unutmadı ve eğitimin, bir imtiyaz değil hak olduğunu vurguladı.

Bu sırada İtalya’da tarihi La Scala Opera binasının dışında öğrenciler polisle çatışıyordu. İçerde, dört yıl önce maestro scaliegro ünvanı verilerek ile ödüllendirilen Daniel Barenboim Wagner’in Valkyrie’sini yönetecekti. Barenboim, sahneye çıktı ve yönetmeye başlamadan önce, salonda bulunan İtalya Devlet Başkanı’na hitaben, bu ünvanla ve yalnızca buradaki değil tüm diğer tiyatrolardaki tüm meslektaşlarım adına, size bu ülkede ve tüm Avrupa’da kültürün geleceğinden büyük kaygı duyduğumuzu söylemek istiyorum” dedi. Branboim, bu açıklamanın ardından İtalya Anayasası’nın kültürel, bilimsel ve teknik gelişmeyi teşvik etmeyi garanti eden 5. Maddesini sonuna kadar okudu; sözlerini bitirdiğinde salon alkıştan kırılıyordu.

Bu iki anekdotu, yükselen dalganın ulaşmaya başladığı kıyıları örneklemek için verdim. Ama bu dalgaya karşı yükselme başlayan karşı tepkiyi de görmek ve hazırlıklı olmak gerekiyor. Sanırım gelecekte olacakların ilk işareti, İspanya’da ortaya cıktı.

Geçen hafta İspanya’da sosyalist parti hükümeti, ulusal hava alanlarının ve hava alanlarının yönetimini yürüyen Aena’nın kısmı olarak özelleştirilmesini ön gören yeni bir önlemler paketi açıkladı. Ardından uzun süreli işsizlerin almakta olduğunu 426 Avro ödeneği kaldırdı. Aynı anda hava trafiği denetçilerinin, o güne kadar hak ettikleri tatil, hastalık izni, doğum ödeneklerini ve bir çok başka ödenekle birlikte kaldırdığını açıkladı.

Hızla yükselmeye başlayan toplumsal tepkiye karsı, sosyalist hükümet, Anayasa’nın orduya ülkenin bütünlüğünü ve anayasal düzeni koruma görevi veren 8. Maddesini harekete geçirerek, hava alanlarını ve sahalarını ordunun denetimine verdi. Böylece fiilen bu sektörde bir sıkıyönetim ilan edilmiş oluyordu. İspanya’nın bu konuda bir istisna olacağını sakın düşünmeyin 11 Eylül 2001’in ardından hemen tüm Avrupa hükümetleri, terörizme karşı yeni yasalar geçirirken, grev ve direnişleri ilgilendiren bir çok konuyu da bu yasaların kapsamına sokmayı unutmadılar.

Yukarıdaki saptamalarda bir gerçeklik payı varsa, haklar mücadelesi, anti-kapitalist mücadele, yeni bir döneme giriyor demektir. Bu yeni dönem ister istemez, yeni çalışma tarzlarını, mücadele, savunma, korunma araçlarını gerektiriyor. Geçtiğimiz yıllarda geliştirilen ve yakın zaman kadar geçerliliğini koruyan tarzlarla ve araçlarla bu dönemin içinde geçmek, sunacağı olanaklardan yaralanarak çıtayı yükseltmek olanaklı değil. Uzun bir süredir zayıflamış olan tarihsel hafızamızı canlandırmanın ve geçmişten, geleceğe ışık tutabilecek yeni dersler çıkartmayı bir kez daha denemenin tam zamanı.

No comments: