Wednesday, July 07, 2010

Canavar Dracula’dan, “iyi çocuk” Edward’a

Bram Stoker’ın, canavar Kont Dracula’sının yerini ‘kitch’ vampirlerin almasını 1990’lardan bu yana, bir tür nostalji ile izliyordum. Stephenie Meyer’in kitaplarından uyarlanan Twilight saga/Alacakaranlık Efsanesi üçlemesinin birincisini izleyince de ilk tepkim, Bela Lugosi’nin, Klaus Kinsky’nin iğrenç Nosferatu’sundan, Twilight’ın, bir romantik arzu nesnesi, hatta “süpermen” olarak Edward’ına geldik, “Vampir’in de b.ku çıktı” diye düşünmek olmuştu.

Ancak, üçüncüsü, geçen hafta vizyona giren bu filmlerin, bu kadar büyük hasılat yapması, 18 yaş altı gençlerin, özellikle kızların saplantısı, dolaysıyla bir “popüler kültür”olayı haline gelmesi, beni istemeyerek de olsa bir kez daha düşünmeye zorladı.

Sermaye ve vampir…

Stoker’ın Dracula’sı üzerine yapılmış en ilginç çözümlemenin Franco Moretti’nin New Left Review’nin 136. sayısında (1982) yayımlanan “Korkunun Diyalektiği” denemesi olduğunu düşünürüm. Moretti, Dracula’nın canlı olmadığına, ama ölü de olmadığına dikkat çeker: Dracula “ölü olmayan”dır (undead). O, insanların yaşam enerjisini taşıyan sıvıyla beslenerek “ölü olmamaya” devam edebilir. Vampir, enerjisini emerek “ölü olmayana”dönüştürdüğü insanları kendi iradesi altına alır.

Moretti, Vampir’in bu özelliğinin, ölü emek olan sermayenin, canlı emeği emerek var olmaya devam etmesine benzediğine dikkat çeker. Sermayenin var olmaya devam edebilmek için de işçiyi her zaman kendi denetimi, iradesi altında tutması gerekir. Dahası, Dracula, sermaye gibi, insan toplumunun hiçbir kuralına, yasasına uymak durumunda değildir. Sermaye, canlı emekle karşılaşmak için ve karşılaşmaya devam ettikçe hiçbir engel, kural tanımak istemez. Lacan’ın, arzularını tatmin etmeye gelince, hiçbir kural tanımayan “müstehcen babası” gibidir…

Diğer taraftan, şatosunun mahzeni tüm ülkelerden gelmiş altın sikkelerle dolu olan Kont Drakula, nakit (bir toprağa, vatana bağlı kalması gerekmeyen) sermayeyi temsil eder. Zaten sermaye de canlı emekle nakit biçimde, ücret olarak, tüketiciyle de kredi biçiminde karşılaşmaz mı?

Bu çok kısa özete eklemek istediğim bir diğer nokta da Stoker’ın romanının, gerilemekte olan İngiliz imparatorluğunun, yükselmekte olan ABD kapitalizmi karşısındaki endişelerine ilişkin, servetinin kaynağı belirsiz, vampir olma olasılığı yüksek, Teksaslı Quincy P. Morris’ın kimliğinde ifadesini bulan bir boyut da var.

Dracula’yı düşünürken kitabın, 1897’de, 1873 birinci büyük bunalımın ardından başlayan hızlı finansallaşma, sömürgeler üzerinde, giderek kızışan emperyalist rekabet ortamında yayımlandığını anımsamak da yararlı olacaktır.

Yeni vampir ve ‘süper egosu’

Dracula’nın arzularına sınır koyan, “yapamazsın, yasak” diyen bir iç sesi, bir “süper egosu” yoktur. Edward’in ise çok güçlü bir “süper egosu” olduğunu görüyoruz. Edward, doğasına, en temel dürtüsüne, insan kanı içmeye direnir. Âşık olduğu kızı, ona sahip olmadan sever.

Bu açıdan Edward’ın artık finans kapital metaforuna uymayan bir vampir olduğunu söyleyebilir miyiz? Ama Edward sürekli kriz içindedir. Edward aşkını, maddesini bulamayan uyuşturucu bağımlısı gibi “yaşar”; her an perhizini bozabilir, “relaps”edebilir. Tıpkı mali sermayenin, şu günlerde, tüm şimşekleri üzerine çekmemek için, kurallara uymayı kabul etmeye çabalaması gibi. Sermaye, genel krizi içinde, “undead”kalabilmek için, beslenme alışkanlıklarını (sınırsız spekülasyon, genişleme) değiştirmeye, belli denetimleri kabul etmeye hazır görünmüyor mu?

Vampir’in Dracula’dan, Edward’a evrimi, bir başka açıdan da mali sermayenin “kredi krizini” düşündürdü bana. Kredi krizinden önce, mali sermaye, herkese bolca kredi dağıtıyor, borç kıskacına alacak kurban arıyordu. Kredi krizinden sonra, bu kez tüketici kredi bulamaz hale geldi; mali sermaye “arzu nesnesi oldu”. Ama, Bella ne kadar isterse istesin, Edward onu “öpmeyi” bile göze almıyor; ya batarsa diye kredi vermekten kaçınan bankalar gibi.

Vampir filmlerinin bu kadar ilgi çekmesinin bir nedeninin de kahramanlarının “cool”, isyancı, topluma uyumsuz olmalarına, böylece gençliğin farklı olma, isyan etme refleksini ifade etmelerine bağlayanlar da var. Edward 108 yaşında (deneyim, hafıza olağanüstü) ama hâlâ liseye gidiyor, 15 yaşındaki kıza “âşık” oluyor, ama cinsel ilişkiden kaçınıyor, çok güçlü, çok güzel. Ama gerçekte, Edward uyumsuz, isyancı filan değil, aksine toplumun (kapitalist) tüm kurallarına uyuyor… Post-modernizmin tipik bireyi bu “cool”vampirler: Tüm kurallara isyan edebilirsin, sermayenin kurallarını kabul ettiğin sürece…

1 comment:

BEŞE said...

Ne güzel bir yazı!